Berktay sansürlenen röportaja neden itiraz etmedi?

Eski dostu Herkül Milas, Halil Berktay'ın Yeni Şafak gazetesindeki röportajının sansürlendiğini yazdı ve sordu: Berktay buna nasıl olup da itiraz etmez.

GAZETECİLER.COM - Siyaset bilimci, yazar ve çevirmen Herkül Milas, Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında  "Türkiye'de kutuplaşma var diye sitemde bulunanlar kutuplaşmayı da besliyor" yorumunu yaptı ve hem yakını hem de fikir arkadaşı saydığı Halil Berktay'ın sözlerini çok sert şekilde eleştirdi.

"Yıllarca yakınım ve fikir arkadaşım saydığım birinin ruh halimi hiç anlamadan ve empati yapmadan -hem de söylediklerinden kesin emin olarak- beni yermesidir kutuplaşma. Sözüm gençlik yıllarımdan bugüne dost bildiğim Halil Berktay'a." diyen Milas  Öteki kutuptaki dostlara başlıklı yazısında Berktay'ın röportajının Yeni Şafak gazetesinde "sansürlendiğini" de ileri sürdü.

Milas, "yazının kısaltılmış şeklini şahsen görüp onayladım" diyen Berktay'ın Başbakan'a yönelttiği eleştirilerin röportajdan çıkarılmasından nasıl olup da rahatsız olmadığını sorguladı.

İşte Herkül Milas'ın kaleminden Halil Berkay eleştirisi:

SÖZÜM HALİL BERKTAY'A...

"Bana hakaret ediliyor, masumiyet karinesine saygılı değiller diye şikayet edenler; aynı anda beğenmediklerine hakaretler yağdırıp sevmediklerini peşin suçlu ilan ediyorlar. Kutuplaşma tam da böyle bir şeydir: Karşı tarafı eleştirip kendi eksiğini görmeme durumu. Bunu bildiğim için, acaba fark etmeden ben de kör bir taraf mı oldum diye hep kendimi yoklarım. Tutarlılığımızı test etmenin birkaç yolu var, biri de güvendiğimiz insanların ne yaptığına bakmaktır. Ama kutuplaşma artık bunu da engelliyor: en yakınlarımız –hepsi değil- öteki kutupta kalmış!

Yıllarca yakınım ve fikir arkadaşım saydığım birinin ruh halimi hiç anlamadan ve empati yapmadan -hem de söylediklerinden kesin emin olarak- beni yermesidir kutuplaşma. Sözüm gençlik yıllarımdan bugüne dost bildiğim Halil Berktay'a.

KIŞACA ŞÖYLE DİYOR BERKTAY

Yeni Şafak gazetesindeki röportajında (2 Haziran) AKP'ye muhalefet edenler hakkında söyledikleri kısaca şu: Muhalifler AKP'ye ve Erdoğan'a nefret besleyenlerdir; AKP düşmanlığı hem Gezi olaylarını hem de 17 Aralık "hikâyesini" doğurmuştur; bu "karşıtlar" demokrasiye inanmıyor, halkı hor görüyor, askerî darbe özlüyor, şiddet uyguluyor; böylece bir kutuplaşma yaşıyoruz; Türkiye'nin geleceğini düşünmüyorlar; "vicdanları yok"; bu "devirmeci muhalefet" "nefret söylemi, küfür ve hakareti fütursuzca" kullanıyor; "polisle çatışarak devrimciliklerini ispatlamak istiyorlar"; "demokratik hak aramıyorlar, eylem için eylem peşindeler"; "içi öfke ve nefret dolu bir gençlik kesimi var"; bu protestocuların "hiçbir tasavvurları, vizyonları yok"; tek istedikleri "Erdoğan'ı siyasetten uzaklaştırmak"; AKP "iç ve dış kuşatma altında"; "ne olursa olsun bir bahane bulalım da sokağa çıkalım, ateşler yakalım, polisle çatışalım diyen bir kesim var". Kendisi ise "bir sosyal bilimci olarak olaya nesnel" yaklaşıyormuş.

BU SÖYLEMDE AYDIN ŞÜPHECİLİĞİ NEDEN YOK?

Bütün bunlar doğru olsa bile, AKP'ye sağlıklı ve haklı eleştirilerde bulunandan neden söz edilmez? Hiç yok mu böyleleri? Başka bir "kesim" yok mu? Muhalifler neden yalnız böylesine hasta, kompleksli, kindar, demokrasi karşıtı, halk düşmanı, vicdansız gösterilir? Bu söylemde var olması gereken aydın şüpheciliği neden yok? Yeni Şafak'ta yayımlanan röportajda bu konuda sessizlik var; yani "muhalifler" bir torbanın içine atılmış, hepsi kötü. Artık muhalif olmak riskli: çünkü eleştirileriyle bütün o kötülükleri kabullenir gibi oluyor.

RÖPORTAJ YENİ ŞAFAK'TA SANSÜRLENMİŞ

Ama daha kötüsü röportajın sansürlenmiş –kibarcası "kısaltılmış"– olması. Yazarın sitesindeki orijinal metin farklı! Orada kendisinin de AKP ve başbakanda neleri beğenmediğini okuyoruz. Şöyle:

Taksim'deki AVM projesi "yanlıştı"; polis çok aşırı şiddet kullanmıştı; H. Berktay da üçüncü havalimanına ve üçüncü köprüye "galiba"(!) karşıdır; son zamanlarda Batı ve Avrupa ile ilişkilerin soğumuş olması yanlıştır; başbakanın zaman zaman çok sertleşen tarzından hoşlanmıyor; her şeye karışmasını yanlış buluyor; cepheden inatlaşması çok ters geliyor; AVM'yi illa da yapacağız diye tutturması buna örnektir; bir heykeli "çok muktedir bir edayla yıkılma emrini vermesi yanlıştı"; insanların yaşam tarzına söylem olarak karışması, kadınların bedensel özgürlüklerine müdahale gelmesi, kürtaj ve sezaryene karışması hatalıydı; "rakı içme ayran iç" hatalıydı; "polis şiddetini es geçen ve sırf göstericilere saldıran demeci muazzam bir hataydı"; bu "büyük bir duyarsızlık örneğiydi"; Joachim Gauck'a "ne de olsa bir rahip eskisi" demek klasik Hıristiyan düşmanlığı tuzağına düşmek bakımından çok yanlıştı"; Freedom House'un raporu için "başındaki Yahudi" diye tepki göstermek "klasik anti-semitizm tuzağına düşmek bakımından çok yanlıştı"; ve nihayet "kendisinin de kutuplaşma ve gerilimi artırmaya katkı yaptığını düşünüyorum".

SANSÜR GAZETENİN SORUNU AMA...

Röportajın iki farklı yayınında birkaç sorun var. Birincisi, yazının sansürlenip, AKP eleştirilerinin gazetenin okuyucularına duyurulmaması, bana göre, etik değil. Gazete ile ilgili bir sorundur bu. Gazetenin meslekî algısıyla ilgili "münferit" bir tutum da sayılabilir: gazetenin "siyaseti" veya "misyonu".

İkincisi, yazarla ilgili: "yazının kısaltılmış şeklini şahsen görüp onayladım" demesini anlamak zor. Başbakan'a yönelttiği eleştirilerin röportajdan çıkarılması nasıl olur da yazarı rahatsız etmez? Buna da kişisel bir tercih diyelim. Yazının bu biçimde "kısaltılması", özellikle kutuplaşmanın zirve yaptığı bir dönemde, beni rahatsız ederdi; ama herkesin benim gibi düşünmesini isteyemem. Herkes kendi standartlarını seçebilir.

Bence en önemli sorun, hasım diye gördüklerimize karşı tutumdur. Belki başkalarını değil ama beni ve tanıdığım pek çok kişiyi, yukarıda sıralanan "yanlışlar", "hatalar" ve "tuzaklar" çok rahatsız ediyor. (Sahi, kim kuruyor bu "tuzakları"?) Polisin aşırı şiddetinden, kötü Batı ilişkilerine; iç ve dış "düşmanlara" karşı sert söylemden, özel hayata ve sanata karışmalar belki birilerini rahatsız etmeyebilir –haklarıdır– ama başkalarını çok rahatsız edebilir. Bu rahatsızlıkları anlamamak, hor görmek, keyfi psikolojik sözde tahlillerle küçümsemek, hasmın içindeki kin ve nefretle açıklamak hiç de demokratik bir tutum değil. Egemen güçlere karşı eleştirel yaklaşım aşırı görülebilir ama bunu böyle söylemek varken, muhalefet edeni darbeci, vicdansız, demokrasi karşıtı, iç ve dış kuşatmanın ajanı göstermek kutuplaşma yaratır. Söz bir araçtan silaha dönüşür, anlamsızlaşır, toplumsal iletişim kopar.

TÜM YANLIŞLAR AYNI YÖNE BAKIYORSA EĞİLİMDEN SÖZ EDİLİR

Dikkat ederseniz 17 Aralık "hikâyesine" değinmedim bile. Bütün öteki "yanlışlar" benim için yeterince kaygı vericidir. Çünkü hepsi aynı yöne bakıyor. "Hatalar" aynı yöndeyse artık "eğilimlerden" söz etmeye başlarız. Biri bu eğilimleri görmekle beraber, bugüne kadar atılan olumlu adımları göz önüne alarak hükümete desteğini sürdürebilir. Böyle davranması anayasal hakkıdır. Ama, birileri de hataları ciddiye alıp bunları öne çıkarabilir, vurgulayabilir, sürekli hatırlatabilir. Bu da her demokratik rejimde haktır. Toplantı ve gösteri, ifade özgürlüğü de öyle. Böyleleri hain sayılmamalı.

Yani genelleştirmelerle kalıp yargılar oluşturmayalım. Yarın birbirimizin elini sıkabilelim. Eskiden peşine düştüğümüz görüşlerin zamanla kof çıktığını akıldan çıkarmayalım.