'Berberoğlu'num ne yapacağını merak ediyorum'
Serdar Turgut, Hürriyet ekonomi yazarının köşesinden yola çıktı eski gazetesini topa tuttu...
Lahmacunla kalite aramak
Düşüncesizce para harcayarak kaliteli yaşam yakalanabileceğini
sananlar sayesinde bu ülkede kalite düzeyi iyice aşağıya
çekildi.
Bazı ekonomi muhabirleri ve şefleri, bu tür insanlara hayat bilgisi
dersi verip onlara gerçek kaliteli yaşamı anlatacakları yerde,
onların düşük düzeyde zevk dünyasına büyük bir gusto ile dalıp bu
kişilerden birer rol modeli yaratmaya çalışıyorlar.
Bu yaptıklarının ülkeye aslında nasıl da zarar verdiğinin,
zevksizliği kalite sanan zenginlerle kurdukları işbirliğiyle
ülkedeki gusto ve hayat kalitesi düzeyini nasıl da aşağıya
çektiklerinin ya farkında değiller ya da kurdukları bu ilişkilerin
kendilerine sağladığı hayat tarzı imkânları nedeniyle verdikleri
zararın farkında olsalar da bunu görmüyormuş gibi yapıp hayatlarını
sürdürüyorlar.
BAKALIM YAYIN YÖNETMENİ NE YAPACAK?
Örneğin, bir ekonomi yazarı şu satırları yazabiliyorsa, bu bence
onun gazete yönetiminden uyarı alması için bir neden olmalıdır:
"Tabanlıoğlu Mimarlık'ın tasarladığı Milas-Bodrum
Havalimanı Dış Hatlar Terminali'ni gezmek üzere Melkan-Murat
Tabanlıoğlu ve Özlem Gürsel ile birlikte Bodrum'a gittiğimizde
Türkbükü'nde Maça Kızı'nın sahibi Sahir Erozan'la da sohbet
fırsatını bulduk."
Şimdi ben kendisi de eskiden çok iyi bir ekonomi muhabiri olan ve
gazeteciliğini yaparken etik meselelere çok dikkat eden gazetenin
şimdiki Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu'nun bu yazı üzerine ne
yapacağını merak ediyorum.
50 LİRAYA LAHMACUN
Ben tabii ki yazının o güzel dış hatların gezilmesinin anlatıldığı
bölümüne karşı değilim, ona emek vererek yaratanlar elbette
gazetecilere eserlerini gösterecekler. Ancak yazı bununla alakalı
değil, yazı hemen ortaya çıkıveren ve gazetecinin "Sohbet
fırsatı bulduk" cümlesiyle buluşmalarını anlattığı Sahir
Erozan'ın söyledikleriyle ilgiliydi.
KALİTENİN DİBE VURUŞU
Konu ise onun işletmekte olduğu yerde bir lahmacun ile bir ayranın
50 liradan satılmasıydı.
Bu ülkede parayı kolay kazanıp da kolay harcayanlar bulunduğundan
ve bazı gazeteciler "kaliteli yaşam arayışı" ana başlığında bu tür
insanlara desteklerini verdikçe kalite anlayışı da iyice dibe
vurdu.
ÇOK PARA HARCAYARAK ÖZEL OLMAYA ÇALIŞMAK
Türkiye'nin yeni zenginleri, çok para harcayarak zengin olmayanları
dışlayan bir yaşam sürdürmeye çalışırlar.
Bunlar uçaklarda birinci sınıfta uçarlar ve gecesi 2 bin 700
Euro'yu bulan Sahir Erozan'ın oteli gibi otellerde kalırlar. Ama
yine de lahmacun yerler ve ona da 50 lira öderler. Lahmacun bu yeni
zenginlerin aralarına mesafe koymak için çok çaba harcadıkları, çok
da para harcadıkları düşük düzeyli insanların yiyeceğidir.
ZEVKLER AYNI KALIYOR
Yani anlayacağınız çok para kazanmış da olsa, pahalı kıyafetler de
giyse, pahalı otomobiller de kullansa, gecesi 2 bin 700 Euro gibi
absürd bir fiyattan da konaklasa o insanlar da sonuçta lahmacun
yerler. Yani aslında zevklerinde parayla gelen hiçbir farklılık
olamamaktadır.
Para onları gayet tabii ki daha zevkli, daha değişik damak tadına
ulaştıramamaktadır. Onlar da sonuçta yandaki halk plajında üç
liraya satılan lahmacun ve ayranı yemektedirler. Ancak onlar buna
50 lira ödemekteler ve bunu da bir ayrıcalık saymaktalar.
İşletmeci Sahir Erozan bu konuda aslında bir klasik sayılması
gereken bir laf söylüyor. Demiş ki: "Ben burada sadece bir
lahmacun satmıyorum ki. Bir konsept ve hizmet var onun
içinde."
AL KONSEPTİNİ DE...
Bu konsept sunma argümanı halkla ilişkilerciler tarafından sıkça
dile getirilen ve ne idüğü belli olmayan bir şeydir. İnsanı aptal
yerine koymayı siyaseten doğru biçimde anlatmanın bir biçimidir bu.
Ben "Konsept sunuyoruz" lafını her duyuşumda
içimden her defasında "Al konseptini de... " diye
başlayan cümlemi kurarım.
ZENGİNDEN SITCOM YAPMAK
Peki dünkü yazısı aslında çok da güzel bir halkla ilişkiler bülteni
olan Vahap Munyar neden göremiyor burada dönen dolabı ve yaratılan
suni düzenin içi boşluğunu? Çünkü içinden geldiği gazetecilik
geleneğinde Ertuğrul Özkök'ün damgası var.
HER TAŞIN ALTINDA GÜLEN VE ÖZKÖK MÜ VAR?
Şimdi diyeceksiniz ki, "Bu ülkede ne olursa altında Gülen
Cemaati, gazetecilikte de ne oluyorsa bunun altında Ertuğrul Özkök
aranmaya başlandı" ama bu insanların yazdığı ve yönettiği
gazetede bir zengine tapınma ve sitcom gazeteciliği geleneği
var.
Zengine tapınmayı ve sitcom gazetecilik anlayışını getirenler de
maalesef çok para harcamakla kalitenin satın alınabileceğini
düşünmüşlerdir. Bir dönem yükselen gazetecilik dalı olan magazin
gazeteciliğinde paralı insanların yaşam biçimi anlatıldı, ayrıca
ekonomi sayfalarında da zenginlerin yaşam stili verildi.
Bunlar gayet tabii ki ilginçti, çünkü bir halk plajında lahmacun ve
ayranı üç liradan yemekte olan insanların ilginç olacakları halleri
yok, tabii ki bunu 50 liradan yiyenlerin ilgi çekmesi doğaldır.
Bu mutlu kısırdöngü sürdürüldükçe bir dönemin yayın yönetmenleri
(benim aklıma Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök geliyor) uzaktan
izlemeleri gereken insanların hayat tarzlarına özendiler, aynı
hayatı aramaya başladılar ve bu işin teorisini de yaparak Vahap
Munyar gibi insanları da aynı tavırlara teşvik ettiler.
Burada çok derin psikolojik nedenler de rol oynuyordu. Hayatta
kalitenin parayla satın alınabileceğine kendinizi inandırırsanız
bazı paralı insanların sergileyebilecekleri kalitesizliği de
görmemeye başlarsınız ve bir süre sonra zengin tapınmacılığı başlar
sizde.
TÜSİAD'A ÜYELİK
Ertuğrul Özkök, yayın yönetmenliği sürecinin bir aşamasında
TÜSİAD'a bireysel üye olmaya karar verdi ve sonunda bunu da
başardı. Zamanında bir yayın yönetmeninin bunu yapmasının normal
olup olmadığı çok tartışıldı, ama kimse bu üyeliğin temelinde yatan
derin psikolojik nedenleri tartışmaya açmadı.
İşte Vahap Munyar'ın dünkü yazısı, o psikolojik ortamın ve onun
yarattığı zenginlere tapınmacı sitcom gazetecilik ekolünün
örneklerinden bir tanesidir.
HINCAL ULUÇ
50 liralık lahmacun yenilen dünyayı anlatmak işi Sahir Erozan ve
Vahap Munyar gibi amatör pop sosyologlara bırakılmamalıydı. Bu iş
Hıncal Uluç gibi bir usta tarafından yapılmalıydı.
Hıncal Uluç hayatı boyunca gezdi, yiyip içti ve bunları hepini
yazdı ve hiçbiri de basit halkla ilişkiler bülteni gibi koku
saçmadı ortaya.
Çünkü Hıncal bunu müthiş bir özgüvenle yapıyordu, uzaktan izlediği
insanların hayatını içten içe kıskanmıyor ve onlar gibi olmak
istemiyordu.
Arkadaşının masasında gündelik Türk yemekleri yerken her zaman en
mutlu Hıncal Uluç oldu. Bu yüzden o 50 liralık lahmacunu satan
işletmeci, Hıncal Uluç'a Vahap Munyar'a konuştuğu gibi rahat ve
yaptığı işin mutlak doğruluğuna inanıyormuş gibi konuşamazdı.
Çünkü neredeyse tüm hayatı bir sitcom'dan oluşan Hıncal Uluç, o tür
gazeteciliğin "para harcayana tapınmacı" kültürüne hiç teslim
olmadı.