Belki de en iyisi <font color='#CC0000'>Türkiye'yi terk etmek</font>
Habertürk'ten kovulan Ece Temelkuran yaşadığı süreci anlattı ve "Belki de en iyisi Türkiye'yi terk etmek" dedi...
Temelkuran tam da bu günlerde 'Kayda Geçsin' adıyla son yazılarını derlediği kitabını yayımladı. Akşam gazetesinden Gülay Altan, Temelkuran ile gündeme dair, en çok da ne oldu da işsiz kaldı ve birdenbire neden bu kadar 'taşlandı', konularını konuştu...
- Habertürk Gazetesi'nden ayrıldıktan sonra pek
konuşmamayı seçtiniz ama geçen hafta Ciner Medya Grubu Başkanı
Kenan Tekdağ ayrılmanızla ilgili açıklama yaptı. Tunus'a
yerleşmişsiniz...
Tunus'a yerleşmedim ve bunu herkes
biliyor. Türkiye'yi terk etmedim sadece daha önce de yaptığım gibi
kitap yazmak için biraz uzaklara gitmem gerekiyordu. Beyrut son
zamanlarda bir Türk ili haline geldiği için çok rahat edemiyorum, o
yüzden Tunus'a gitmeye karar verdim. Bir de her ne kadar Türkiye'de
çok aşağılanarak bakılsa da 'Arap Baharı' diye bir şey var.
Gelecekten umutlu olan ve birbirine inanan, birbirini seven
insanların arasında olmak istedim. Bu ülkede yaşanan siyasal
çalkantı ve sosyal dönüşüm kişisel hayatlarımızı çok kötü
etkiliyor; hakikaten herkesin asabı ve ayarları bozuk. Birbirinin
boğazını sıkmak ve gözünü oymaktansa beraber ne yapabiliriz
duygusunu yaşayan insanların arasında olmak istedim. Mısır'da,
Beyrut'ta, Tunus'ta arkadaşlarım var, oraları artık yabancı bir
ülke gibi değil.
- Peki, kurumsal açıklamayı biliyoruz, sizin cephenizde
neler yaşandı?
Bu konuyla ilgili yeterince konuştum
ama şunu söylemeliyim ki Kenan Bey doğru söylemiş, sosyal medyadaki
konumlanmam rahatsız edici olabilirdi.
- Nedir o konumunuz?
Tutuklu gazetecilerin
davasıdır, Uludere katliamıdır... Sosyal medyadaki pozisyonum
budur; dolayısıyla doğru söylemiş...
- Sosyal medyadaki daha muhalif tutumunuz mu sizi
işsiz bıraktı?
Böyle anlatırsam bu sadece benim
meselem olur; hiçbir zaman öyle anlatmadım ama öyle anlaşılıyor...
Nasıl gazeteciler görmek istiyorlar, bunu televizyonlarda açıkça
görüyoruz. Kaç gazeteci şu anda işsiz, kaç televizyoncu program
yapamıyor? Sanıyorum tutuklu ve işsiz olan gazeteciler bir gazete
veya bir televizyon yapsa bayağı bir reyting ve tiraj alırız.
Dolayısıyla sadece benim değil birçok arkadaşımın daha muhalif
değil, daha sert değil, daha keskin değil yapması gereken işleri
yaptığı için işsiz kaldığını, tutuklandığını düşünüyorum.
- Sizin durduğunuz nokta da özellikle son dönemde çok
tartışıldı. Meslektaşlarınızdan gelen eleştirilere bakınca ben de
hata yaptım diyor musunuz?
Belki ben de yanlış
yapmışımdır ama büyük oranda bu iletişim üslubu yerleşti. Bu
gerekçesiz suçlamalar, fazla konforlu hakaretler ve okumadan,
bilmeden insanı bir pozisyona oturtmak çok yaygınlaştı. İnternet,
çok kayda değer olmayan şeyleri çok kayda değer hale getirdi. Ama
Türkiye'de bir nefret salgını var; kurban olarak kimi ellerine
geçirirlerse... Biri işsiz kalınca ya da tutuklanınca kendini
tutamayıp gazetedeki köşenden ne kadar sevindiğini ilan etmek yoktu
eskiden, bu ayıptı. Seviniyorsan da gizli gizli sevinirsin. Bu
nefretin meşrulaşması yeni. Çok üzüldüğüm zamanlar oldu ama artık
üzülmenin de ötesinde biraz dışına çıkıp bakınca tuhaflığı
görebiliyorum. Twitter'ı, insanları suçlamak için kullanan
gazeteciler, Araplar devrim falan yapmadı diyor ya, bu bana çok
komik geliyor. Çünkü o adamlar, bu twitter'la ya da facebook'la bir
ayaklanma başlattılar. Birileri benimle ilgili bir yazı yazıyor,
bakıyorum gazeteciler bunu kendi aralarında döndürüyorlar. Bunları
ciddiye alamıyorum ama gel gör ki hakikaten ciddiye alınmayacak çok
şey, çok ciddiymiş gibi yansıtılmaya başlandı, bir tiyatronun
içinde kaldık. Bu sadece beni değil bunu yapanları da yakar. Belki
de en iyisi Türkiye'yi terk etmektir.
- Yanınızda çalışan yardımcınız ve ayakkabılardan
bahsettiğiniz yazıyı sormak istiyorum... O da mı yanlış
anlaşıldı?
Bu nasıl anlamak istediğinize bağlı.
Ağızlarını açmış bekliyorlar zaten bir şey söylemek için... Bu
insanlar tutturmuşlar bir samimiyet meselesi; birkaç tanesini
biliyorum anlatsam çok utanırlar. Samimiyet sözcüğü bir kült haline
geldi. Siz, benim samimi olup olmadığımı ancak birebir
tanıdığınızda bilirsiniz, kamusal samimiyet de tutarlılıkla
sınanır. Bu kadın ne yazmış; sonra ne yazmış? Bunlara bakar,
bununla sınarsınız. Üç aşağı beş yukarı tutarlı biri olduğumu
düşünüyorum.
- Kendinizi şanslı hissediyor musunuz peki? Hapiste
olanlar, işsizliği daha ağır yaşayanlar var...
Tabii
ki ben çok şanslıyım... Amerikalı bir profesörden öğrendiğim bir
kavram var: Zulüm Olimpiyatları... Az gelişmiş ülkelerde çok fazla
çeşitli zulüm olduğu için insanlar birbirlerine 'ben senden şu
kadar daha fazla ezildim o yüzden sen sus, ben konuşacağım' gibi
bir olimpiyat düzenliyorlar. Herkes bir acı çekiyor ve o acının
sözünü etme hakkını savunma hakkına sahip. Dolayısıyla o
müsabakalara gerek yok.
- Bir köşe sahibi olmanın bir iktidarı var; o iktidardan soyunmak nasıl bir şey?
Ben öyle hissetmedim ama öyle hissedenleri görüyorum. 11 yıldır, haftada en az üç kez yazı yazıyorum. Hep başımı belaya sokacak şeyler yazdım. Dolayısıyla öyle bir iktidar vardıysa da çok hissetmedim. 'Çok istiyorlar senin yerinde olmak' cümlesi bana hiç inandırıcı gelmedi hiç çünkü benim yerimde, dert tasa var, başka bir şey yok. Sürekli berbat meselelerle ilgileniyorsun. Ama köşesini hakikaten iktidar alanı olarak kullanmak isteyen insanlar var ve bundan zevk alıyorlar. Yazı yazmak insanı mutlu eden bir şey değil. Mutlu olmak için değil, canlı olmak, canlı kalabilmek için yazıyorsun. Yaşayan herkes canlı değil çünkü. Canlı olduğumu kendi kendime ve dünyaya ispatlamak için yazıyorum. Onların da canlı kalabilmesi için yazıyorum. Ama şimdi görüyorum, o iktidara sahip olmak için büyük bir şehvetle çıldıranlar varmış. Zaten yazmıştım, yazın; buyurun sizin olsun...
- Sosyal medyada daha aktif daha farklı bir mecra açacak mısınız kendinize?
Hepsini düşünüyorum ama daha henüz karar vermedim. Şimdilik El Ekber'a yazacağım. Ama İngilizce yazmanın tadı Türkçe yazmak gibi değil. Yazmıyor, sürekli açıklıyorsunuz. Hrant Dink yazınca her seferinde 'öldürülen Ermeni gazeteci' ya da Ahmet yazınca 'tutuklu gazeteci' demekten utanıyorum. Kendi insanınla konuşmak bambaşka bir şey. İkinci kötü tarafı da yazmayı sevdiğim daha insani yazıları yazmıyorum. Belki onlar için bir web sayfası hazırlarım.