Baykalı eleştirince kovulan gazeteci: 'Halk TV'den Alo Fatih hattıyla kovuldum'
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen Deniz Baykal'ı eleştirdiği için program yaptığı Halk TV'den kovulan Ümit Aslanbay yaşadıklarını yazdı.
Gazeteci Ümit Aslanbay, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la görüşen CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ı eleştirdiği için program yaptığı Halk TV'den kovulmuştu.
Başkanlığını Hasan Cemal'in yaptığı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24 için bir yazı kaleme alan Ümit Aslanbay, şunları yazdı:
"Baykal'ın Cumhurbaşkanı’nın ayağına palas pandıras giderek görüşmesini ve bu görüşmeye kendince bir misyon biçmesini doğru bulmadığımı dile getirdim. Ben TV’nin Baykal’ın kontrolünde olduğunu biliyordum ama beni işten atmak gibi bir tepki vereceğini, verebileceğini tahmin dahi edemezdim. Ve bunu orayı yöneten “Halk TV Alo Fatih”inin eliyle yaptı."
ÜMİT ASLANBAY NE DEMİŞTİ?
İşte Aslanbay'ın canlı yayındaki o sözleri:
"Burada yapılan görüşmeyi noktasından virgülüne kadar
bilinmeli. Sayın Cumhurbaşkanı ne istemiştir Sayın
Baykal'dan, neyin aracısı olarak görevlendirmiştir. Bunlar
açıklanmalı. Her hangi bir şaibe hem CHP'ye hem Sayın
Baykal'a zarar verir. Dolmabahçe görüşmesini
hatırlayın. Hala konuşmuyor muyuz? Erdoğan ile Büyükanıt
ne konuştu hala bunların üstüne bir sürü spekülasyon yapılıyor.
Doğru ya da yanlış hala konuşuluyor. Yani bu koalisyonu falan neden
karıştırıyor anlamadım. Yani dese ki Meclis Başkanı olarak
vekaletini almak için konuştuk, koalisyonu falan da ben bilmem dese
tamam. Ama şöyle izlenim edindim falan, bunlar nasıl
laflar... Bu kapalı kapılar ardında
yapılan bir takım görüşmeler yanlış. Şimdi de Kemal Kılıçdaroğlu'na
bilgi verdim diyor. Bu da saygısızlık, bu da manzarayı
kurtarmaz."
BAKYAL'I ELEŞTİRDİM DİYE
KOVULACAĞIMI TAHMİN BİLE ETMEZDİM
Aslanbay'ın P24'te başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Halk TV'nin Baykal'ın kontrolünde olduğunu biliyordum ama onu eleştirdim diye işten atılacağımı tahmin bile edemezdim...
DSP, 1999’da iktidara geldiğinde, “Hükümet düşer, istikrar bozulur” kaygısıyla, ortağı Mesut Yılmaz hakkındaki bütün yolsuzluk dosyalarının reddi yönünde oy kullandı. “Sol”un bugünkü dile çevirirsek, “Hükümet olamamak, kuramamak” kaygısı ile ortaya koyduğu performans DSP’nin yolsuzluk aklama rekorunu kırmasına yol açtı. Tansu Çiller dosyaları ve örtülü ödenek gibi olayları kapatan, Refah ve Fazilet çizgisinin de sorunu aynıydı. İktidar olabilmek, iktidarda kalabilmek. Ama o bile “sol”a yetişemedi. Ardından ANAP VE DYP liderleri karşılıklı birbirlerini akladı. Bugünlere böyle geldik.
Mevzubahis iktidar olunca gerisi teferruat. Ama bunun sağlı sollu merkez siyasetin tiksindirici bir olguya dönüşmesi ve AKP’nin “Yenilikçiler” adıyla ortaya çıkabilmesindeki payı büyüktür.
Bütün bunlar biz gazetecilerin gözleri önünde
oldu.
Yolsuzlukların üzerine gidilmesini isteyen seçmen baskısının
bugünkü kadar yüksek olmadığı o günlerde, siyasi partiler iktidar
olabilmek, iktidarda kalabilmenin gayrı meşru gerekçesiyle büyük
çöküşe elbirliğiyle imza attılar; ama bir yandan da, iktidara
susamış gazeteci, bakan ve milletvekilleri ile hep istikrar
susuzluğu çeken işadamlarını memnun ettiler.
Bugünkü manzara çok farklı.
Seçmenlerin, yolsuzluk dosyalarına tepkisi büyük ve canlı. “İktidar
olacağım” gerekçesiyle bunları, seçimin tek ve gerçek mağlubunu,
yasa tanımaz birini görmezden gelemezsiniz.
Gelirseniz, 2000’lerin başındaki çöküşten daha sert bir
çöküşün mimarı ya da buna kazma kürek sallayan bir gazeteci
olursunuz.
Ben bunu yapmadım.
Deniz Baykal’ı gazetecilik hayatımın başından beri, 30
yıldan bu yana tanırım. SODEP ve SHP yıllarından, Necatibey’deki
binaya “nerede kalmıştık” diye döndüğü yıllardan
bugünlere.
Bir gazeteci olarak, Cumhuriyet’in “SHP muhabiri”
olarak.
İşim buydu.
Sonra genel sekreter olduğu yıllara yine aynı binanın
koridorlarında “partinin en güçlü adamı” olarak
rüzgar gibi geçtiği yılları yaşadık. Genel Başkan Erdal İnönü’nün
üst kattaki odasına hapsedildiği yılları.
Genel Sekreter olarak hazırlattığı, sonra sessiz kaldığı ünlü
“Güneydoğu Raporu”ndan, kalabalıklar yüzünden
meydanlarına giremediğimiz Doğu illerinde, seçim otobüsünün ön
camından, üstünden İnönü ile birlikte seçmenleri selamladığı
günleri beraber yaşadık…
İsmail Cem ile “Yeni Sol” diye yazdıkları kitap,
(imzalı mıydı yoksa) kütüphanemde öylece duruyor. Ecevit’in
sadece solu, İnönü’nün ise yeni solu. Tanırım,
bilirim.
Yeniden açılan CHP, SHP ve birleşme derken, benim
gazetecilik hayatım başka yerlerde sürerken “sol” ve CHP’yi hep
takip ettim.
Yıllar sonra Halk TV’de Cumhurbaşkanı’nın ayağına palas pandıras
giderek görüşmesini ve bu görüşmeye kendince bir misyon biçmesini
doğru bulmadığımı dile getirdim. Sağolsun, yayında sohbet
ettiğim arkadaşım da çok yardımcı oldu! O an pek de pişman
görünmüyordu.
Ben TV’nin Baykal’ın kontrolünde olduğunu biliyordum ama beni işten
atmak gibi bir tepki vereceğini, verebileceğini tahmin dahi
edemezdim.
Ve bunu orayı yöneten “Halk TV Alo Fatih”inin
eliyle yaptı.
Ve gazetecilik açısından, iktidarın kasıp kavurduğu medya
dünyasında bir liman bularak gücü yettiğince konuşan, birinin
ağzını tereddüt dahi etmeden kapadı.
İşte işin beni ve gazeteciliği ilgilendiren kısmı da burada.
Birkaç gün önce, benden işten atılan gazetecilerin belgeselini Halk
TV’de göstermek için yapımcıların telefonlarını isteyen
“Alo Gazeteci” arkadaşımın bunu nasıl
yapabildiğiydi.
Baykal’ın bunu nasıl yapabildiğiydi.
Bunu izah etmekte, anlamakta zorlanıyorum.
Ya da izah etmek istemiyorum.
Mesleğimin ilk yıllarında Füsun Abla’nın (Özbilgen)
Ankara’da Mülkiyeliler Birliği’ndeki bir masada gazetecilik
hakkında ileri geri konuşan bir milletvekilini azarlamasını
hayranlıkla izlemiştim. Cumhuriyet’e randevusuz geldiği
için sekreterin yanında bekletilen bakanların öykülerini ise şimdi
hatırlamıyorum kimden dinledim. Seçim gezisinde yerleştiğimiz otel
odasından bizi çıkarıp, bir parti yöneticisini yerleştirmeye
çalışan sorumluya “Bunu yapamazsın” diye bağıran
Deniz Som’u “Ben de böyle olabilmeliyim” diye
gözledim. Beni şikayet eden milletvekilinin yüzüne telefonu kapatan
Erbil Tuşalp’ı can kulağıyla dinledim.
Ufuk Güldemir, 28 Şubatçı generallere “Biz
gazeteciler öyle itilip kakılacak adamlar değiliz” diye
seslendiğinde oradaydım. Daha onlarca örnek.
İyi ki gazeteciliği böyle bilmişim.
Mesleğimin ilerleyen yıllarında daha onlarca örnek
gördüm.
Yaptığım işle gurur duydum.
Hele bu son yıllarda işsiz bıraktırılmış, cezaevlerine
yollanmış ama dik duruşunu bozmamış gazetecileri gördükçe. Onların
önünde ise saygıyla eğiliyorum.
Bugün bildiğim bir şeyi yeniden öğrendim.
Gazetecileri, iktidarın, mutlak gücün hiçbir türlüsü sevmez. Onu
dönüştürüp yandaş yapamazsa, işten atıyor ya da öldürüyor.
Ama onlara bir faydası yok.
Gazetecilik bulduğun her aralıktan konuşabilme,
yazabilmenin adı. Yani “mesajın kendisi”…
Ve bunu hep yapacak.