Başörtüsü serbest, poşu yasak...
33 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm olan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül'e verilen o mahkumiyet kararına...
ADNAN BERK OKAN
Canım anneciğimin ben ve iki kız kardeşime kıskançlık üzerine yaptığı tavsiyeyi daha önce yazmıştım…
Bir kere daha yazacağım çünkü tam zamanı…
Anacığım şöyle demişti:
“Kıskanırsanız eğer birbirinizi kıskanın çünkü Allah kıskanılan kişiye daha çok verir”…
Sonra da kıskançlığın nasıl berbat ve aşağılık bir duygu olduğunu, insanın içini kararttığını, şahsiyetini ayaklar altına aldırdığını anlatmıştı…
“Başkalarına gıpta edin ama kıskanmayın” derdi canım anacığım…
Kız kardeşim Bahar bu yazımı da her gün olduğu gibi kağıda döküp anacığımın önüne koyacaktır…
Buradan kendisine şükranlarımı sunar, ellerinden öperim…
Kıskanma ne olur; çalış senin de olur..
Sözü, Yılmaz Özdil'in dünkü makalesine getireceğim...
Başörtüsü yasağı... Başörtüsü yasağıyla ilgili görüşlerim belli... İnanç yasaklanamaz... İnançların gereklerini yerine getirdiklerine inanan insanlar da yasaklanamazlar... Başörtüsü kamu hizmeti verenler için görev sırasında yasaklanabilir (ki bence yasaklanmamalı) zira anlaşılabilirdir... Ama... Meclis'te asla yasaklanamaz... "Meclis" ve "yasak" birbiriyle yan yana getirilemeyecek iki kurumdur... Ancak... Başörtüsünü özgür bırakırken; bir bacağı (Ve bir de kolu) protez olan CHP Mİlletvekili Şafak Pavey'in iki yıldır genel kurul salonuna eteklik giyerek gelmesini dayatanların ayıbı; başörtüsünü yasaklayanların ayıbından daha az değildir... Bitmedi... Başörtüsüne özgürlük isteyenlerin haklılıkları; "poşu" taktığı için 33 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm olan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül'e verilen o mahkumiyet kararına isyan etmemeleri ayıbını da ortadan kaldırmaz... Benim başörtüsü konusundaki görüşüm budur arkadaşlar... |
Kandisini birkaç gün önce alkışladım çünkü nefis bir makale yazmıştı…
İçinde insan sevgisi olan, haksızlığa uğramış ve fakat seslerini duyurma imkânları olamayan yüzlerce general/subay/astsubayın sesi olmuş çıkmış, soluğu olmuş o acılı, masum insanların ve sevenlerine nefes aldırmıştı…
Ama bu dünkü yazısını okuyunca; "bu ne ya?.." diye mırıldandım kendi kendime...
“Savarona kerhane olmuş”muş…
Sanırsınız ki Başbakan ve bakanlar da “çetele” tutuyorlar…
Ayıp yahu…
Ne ayıbı?..
Edepsizlik…
Hem be arkadaş!..
Hükümetin eleştirilecek yanlışları, eksikleri yok mu?..
Olmaz olur mu?..
Dolu…
Hele Yılmaz Özdil gibi kalabalık bir asistan gurubuyla çalışan haberci/yazar için öylesine çok ki…
Ama hayır…
Yılmaz Özdil o yanlışları bulup yazacağına ve eleştireceğine ülkemizin zenginliklerine katılmış muhteşem Marmaray’ı aşağılıyor; karalıyor, güvensizleştiriyor…
O kadarla da kalmıyor…
Savarona’yı Hükümet’in “kerhane” yaptığını ima edecek kadar müptezelleşiyor…
Neymiş?..
Marmaray hayırlı olsunmuş ama bunların (Ak Parti Hükümeti’nin) denizle alakalı işleri pek hayra alamet değilmiş…
Yüzerek geçermiş, kapısında muska dağıtsalar, gene de bunların yaptığı tüpten geçmezmiş…
Yılmaz, yıllar sonra, o tüpten geçip giden torunlarının bile alay konusu olacağını nasıl olur da göremez aklım almıyor…
Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki AP Hükümeti Atatürk Boğaz Köprüsü’nü inşa ederken de o günün Özdil’leri köprünün o kadar otomobili taşıyamayıp çökeceğini iddia etmemişler miydi?..
Demek ki sol kafada değişen bir şey yok…
Yine kıskançlık, yine haset…
Onlar kıskandıkça Allah daha çok veriyor kıskanılanlara...
Bu arada unutmadan…
İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş baba mesleği muhallebiciliği elbette yapmaktadır ama asıl eğitimi ve mesleği mimarlıktır…
Yani Yılmaz’ın dediği gibi sıradan bir “su muhallebicisi” değil…
Kaldı ki olsa da küçümsenecek meslek midir su muhallebiciliği?...
Hâsılı…
Yılmaz Özdil yazdığı o güzelim makalelerden sonra, düzeyi kendi pantolon paçalarının altına düşürüp, karakter zafiyeti olan insanlara has kıskançlık yazısıyla Hürriyet gibi bir gazeteye hiç yakışmıyor…
Emin Çölaşan Hürriyet’i nasıl sıradanlaştırıp, ayaklar altına aldırmışsa; Yılmaz Özdil ondan daha beterini yapıyor…
Bir yanda sadece ona buna çakmayı, gözüne kestirdiği “küçük kadınları” aşağılayarak kendisine telefon etmelerini sağlayan Ahmet Hakan…
Bir yanda kendisini halen “Başbakan’ın sözcüsü” zannetmekten ve ondan aldığı güçle çözemeyeceği hiçbir sorun olmadığını anlatmaktan ve siyasal iktidara yağ çekmekten başka hiçbir hüneri olmayan Akif Beki…
Ve bir başka köşede (Hem de başköşede) iktidar partilileri ve Başbakan’ı itibarsızlaştırmak için “her türlü yalan ve tezviratı” kullanmaktan utanmayan; yazılarına kaynak olarak gerçek haberleri değil de iftiraları alan; hakaret etmekten şehevi bir zevk alan Yılmaz Özdil…
Ve…
Yılların Hürriyet’i…
Türkiye medyasının “Amiral Gemisi”…
Aydın Doğan batmadı, batmasın da ama…
Bu yazar tipleriyle o güzelim Hürriyet’in batması yakındır…
adnanberkokan@gmail.com