Başkanın adamı elbisesini giyen çıkaramaz

Ayşe Arman, son zamanların olay adamı Akif Beki ile röportaj yaptı. Beki, röportajı beğenirse Arman bakın ne yapabilecek?

Ayşe Arman yine gazeteciliğini konuşturdu.
Son zamanların olay adamı Akif Beki'nin kapısını çaldı.
Siyasetten medyaya bir çok konuda soru yöneltti Akif Beki'ye...
Hatta bu röprtajın çok hızlı, espirili ve komplekssiz geçtiğini belirtti.
Hiç çekinmeden herşeyi sormuş Ayşe Arman.
Tabi bir de söz almış Akif Beki'den...
Akif Beki bu röportajı beğenirse Başbakan’la röportaj yapabilmesi için Ayşe Arman'a torpil yapacakmış.
O nedenle ellerini açmış dua ediyor şuanda Ayşe kızımız.
Bakalım Akif Beki'den tam not alabilecek mi?
Neyse fazla uzatmadan sizi röportajla başbaşa bırakalım...

"Başkanın adamı" olmak nasıl bir şey?

- O 3.5 yıllık görevim için söylüyorsanız, hoşuma gidiyor. Hoşluğun ötesinde, şeref veriyor. "Başkanın adamı" olmak, üzerinize giydiğiniz, bir daha kendi iradenizle çıkaramayacağınız deri kıyafet gibi. Ya da bir tür damga...

Bir kere "başkanın adamı" olan sonsuza kadar öyle mi kalır?

- İnsanların algısında evet, iyi mi kötü mü siz karar verin. Ama ben o görevi yaptım ve bitti. Sayın Başbakan’a yakınlığımı bir yüke dönüştürmeye çalışanlar var. Benim için olsa olsa başımda taşıyacağım bir taçtır.

Danışmanlar tam olarak ne iş yaparlar?

- Tarif edilmiş görev alanları vardır, kendilerine verilen görevleri yerine getirirler.

Başbakanın konuşmalarını da danışmanlar mı hazırlar mesela?

- Başbakanlar sadece konuşma yapan insanlar değildir. Zordan kolaya geniş bir yelpazede bir sürü karar vermek durumunda olan, düşünemeyeceğiniz kadar ikili ve heyetler arası görüşmelere iştirak etmek zorunda olan insanlar. İşte danışmanlar, o görüşmeler için materyal sağlarlar. Çeşitli konularda bilgi servisi yaparlar. Verilen kararların sonuçlarıyla ilgili "feedback" aktarırlar.

Bu kadar iş yapıyorlar, bir de "yalaka" yaftası yiyorlar! Rahatsız oluyor musunuz "yalakalıkla" suçlanınca...

- Bu, hakaret kastıyla söylenen bir söz. Herkes hakaretten rahatsız olur. Bunu söyleyen insanların büyük bir bölümü, bırakın Başbakan’ı, ben görevdeyken bana bile yalakalık yapıyorlardı. Bu iş için kullanılan argo bir tabir vardır, "Şöyle yap git" diye, benden böyle bir laf çıkmaz ama aslında hak ettikleri cevap bu!

Siz bir iş yapıyorsunuz ve onu en iyi şekilde yapmak istiyorsunuz. Bu mudur?

- Aynen. 0 3.5 yıllık danışmanlığım boyunca, yaptığım işin hakkını vermeye çalıştım. Elimden geleni de yaptım. Kimin ne dediği hiç umurumda değil.

Lafınızı esirgemiyorsunuz. Başbakan karşısında da fikirlerinizi böyle hararetle savunabiliyor muydunuz?

- Şu anda harbi bir mülakatçıyla konuştuğumun farkındayım, bu durumun hakkını vereceğim. Ama benim normalde cevabım şu olur: Ben mutfak anlatmam! Bunu ahlaki bulmam.

Ben de harbi bir mülakatçıysam, tabii ki mutfak soracağım!

- Ben size tanıdığım Tayyip Erdoğan’la ilgili içeriden bir bilgi vereyim: "İsabet buyurdunuz! Efendim, ne güzel söylediniz!" diyenlere itibar etmez. Görüş açılarını zenginleştiren, farklı, hatta karşıt görüşler getirenlere itibar eder...

O yüzden mi bir sürü danışmanı var? Kim neden sorumluydu?

- Şimdi mülakatımızı ona ayırmayalım, sayfa biter...

Yok bitmez, merak etmeyin, yer var...

- Evet çok danışman vardı...

Peki neden bütün o danışmanlar birbiriyle kavga ediyordu? Başkanın adamları, başkanın gözüne girmek için birbirinin ayağına mı basar?

- Tabii ki öyle değildi ama  şunu söyleyebilirim: Bende görev kıskançlığı vardır. İşime sahip çıkarım.- Bakın işte, ona hiç tahammülüm yok. Ama ben de başkasının alanına tecavüz etmem.

 Biri sizin alanınıza dalarsa...

Çok net bir şekilde, neydi sizin alanınız...

- Başbakan ve başbakanlık ofisinin iletişim planlamasından sorumlu başmüşavirdim. Bana bağlı bir basın müşaviri ve basın merkezi vardı. Bunun dışına taşan görevlerim de oldu.

Ömer Çelik’in alanı...

- Milletvekiliydi. Başbakan’ın siyasi konularda hizmet aldığı biriydi.

Egemen Bağış...

- O da öyleydi.

"Başkanın bütün adamları"nın bir araya geldiği vaki mi? Yoksa bir araya bile gelemeyen, birbirini kıskananlar topluluğu mu?

- Tabii ki dışarı çıkar beraber takılırdık. Ama bu arkadaşların bir kısmı ile görüş itilafı yaşadım, bakış açılarımızın örtüşmediği oldu. Yine de arkadaşlık hukukumuz var. Tabii istisnalar da var. Lar eki fazla, çünkü sadece bir kişi. (Gülüyor.)

Başbakan’ın sizin halinize güldüğü oluyor muydu? Onun için uğraşan birtakım insanlar ve aralarında çekişiyorlar...

- Tatlı tatlı soruyorsunuz ama beni öyle arada bırakıyorsunuz ki! Ben Kanal 24’ü anlatmak istiyorum, fakat onu anlatıp başbakanlığı anlatmazsam da kendimi uzaklaştırmaya, mesafe koymaya çalışıyorum gibi anlaşılacak...

O yüzden kasmayın kendinizi, kafanıza göre takılın...

- "Grup düşüncesi mağduriyeti" diye bir kavram var. Hiç duydunuz mu?

Hayır.

- "Yakın Tehlike" (Thirteen Days) filmi mesela bir "grup düşüncesi mağduriyeti" filmiydi. Oradaki Kevin Costner karakteri, başkanı, grup düşüncesine mağdur olmaktan kurtaran adamdı. Eğer başkanın danışmanlarının tamamı, belli bir görüşte ittifak ediyorsa, birinin çıkıntılık yapması lazım. Bir farklı ses olması lazım ki, akıl kilitlenmesi yaşanmasın. Yoksa başkan, söyledikleri birbirinin tekrarı olan tek aklın esiri olur...

Bu çıkıntı adam siz miydiniz?

- Evet ama başkaları da vardı.

Şeytanın avukatları yani...

- Bir anlamıyla öyle. Ne mutlu ki Başbakan da tek bir akla esir olmaktan hoşlanmaz. Etrafında birbiriyle rekabet eden görüşleri barındırmayı sever...

Başbakanımız, etrafındaki farklı seslere tahammül ediyorsa, basındaki farklı seslere niye edemiyor?

- A bu kesinlikle doğru değil. Çok haksız bir eleştiri.

Başbakan’ın sözcüsü, hep onun sözcüsü ne de olsa değil mi?

- Alın, bir haksız eleştiri daha!..

Siz niye Ömer Çelik ya da Egemen Bağış gibi siyasete kaymadınız? Tercih mi etmediniz yoksa olmadı mı?

- Allah bana öyle bir duygu vermemiş, yapacak bir şey yok. Öyle bir hırsım da yok. Ne o? Beğenmediniz mi verdiğim cevabı?

Beğenmedim değil, inanmadım sadece...

- Niye ki? "Başbakan’ın danışmanlığını gazeteciliğe dönebilmek için bıraktım" diyorum ama bazılarını inandıramıyorum. Bakın, iktidar insanı çekebilir. İnsan ihtirasa, hırsa kapılabilir. Hırsı da gözü kör eden bir şeydir. Zaman zaman bu hırslara kapılan arkadaşlar olmuştur, ne var ki ben       onlardan değilim, siyaset hırsım olmadı. Göreve ilk geldiğimde, "Bir süre danışmanlık yaptıktan sonra tekrar mesleğe döneceğim" dedim, dediğimi de yaptım.

RÖPORTAJIN DEVAMI DİĞER SAYFADA...

[page_end]

BİR DEFOM OLSA CANIMA OKURLARDI

 Ama hakkınızda anlatılan bir sürü şehir efsanesi var...

- Vardır tabii. Ama benim hayatım ve sahip olduklarım ortada. Bana her türlü iftira atıldı. Bir sürü şey yakıştırılabilir. Bir tek yakışmayacak şey, akçeli işlerdir. Zaten bir defom olsaydı, canıma okurlardı.

Eğer bir tenzili rütbe söz konusu değilse, bizi ikna edin o zaman. Neden gazeteciliğe döndünüz?

- Mesleğimi çok seviyorum da o yüzden. 15 yıl gazetecilik yaptım, 3.5 yıl danışmanlık, şimdi tekrar gazeteciliğe ve televizyonculuğa geri döndüm. Ama gel de insanları inandır... Bakın, benim için, "Başbakan’a yakın olmak için onun oturduğu binadan ev aldı!" bile dediler. Oysa ben, o bina inşaat halindeyken bir daire almıştım.  Gün geldi Başbakan da orada oturmaya karar verdi. Tamamen tesadüftür.

Başbakan’la nasıl tanıştınız?

- Belediye Başkanlığı zamanından beri tanışırız.

O zaman Tayyip Bey mi diyordunuz?

- Hayır, "Başkan" diyordum. Sonra da "Sayın Başbakanım" demeye başladım.

Oturduğunuz apartmanda ailecek görüşüyor musunuz?

- Evet. Başbakan ve ailesi, bütün apartman sakinleriyle görüşürler. Ve çok keyif alırlar.

KİMSENİN EKMEĞİ İLE OYNAMADIM

Gazetecilerin akreditasyonu hikayesi başınıza bela oldu. O zamandan beri düşmanınız arttı. Çünkü onların bir kısmının ekmeğiyle oynadınız...

- Bu suçlamayı kesinlikle kabul etmem! Kimsenin ekmeğiyle oynamadım. Üstelik ne yaptıysam açık yaptım, ben arkadan dolanarak iş yapmam. Bakın, getirdiğim sistem, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde, demokrasilerinde var olan bir sistem. Başbakanlık, Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi belli kıdemde muhabirin girip çıkması gereken bir yer. Soru sormayı bilmeyen bir muhabirin orada işi ne? Akredite iseniz girersiniz, değilseniz giremezsiniz. Kimse Beyaz Saray’a "Ben gazeteciyim" diye elini kolunu sallaya sallaya giremiyor. Gazeteciler "Akif Beki yüzünden artık Başbakanlık’tan bilgi sızdıramıyoruz!" diye kızdılar bana. Ben de güldüm. Benim görevim zaten bilgi sızdırılmasına engel olmaktı. Basınla başka sıkıntılarım da oldu. Başbakan, yabancı bir devlet adamıyla telefon görüşmesi yapıyor. Biz bir bilgilendirme yapıyoruz, "Falan falan konular görüşülmüştür" diye. Üzerine senaryolar yazılıyor, resmen diyalog döşüyorlar. Bunun yaratacağı komplikasyonları düşünebiliyor musunuz? Ben de çıkıyordum, "Bu doğru değildir. Uyduruk haberdir" diyordum. "Vayyy sen niye öyle diyorsun?" Çünkü sen yalan haber yapıyorsun!

"Haber gerçek bile olsa yalan diyebilirim" dediniz mi?

- Asla. Böyle bir haber de yapıldı. Kesinlikle gerçeği yansıtmıyor.

DEVAMI DİĞER SAYFADA...

[page_end]

VARLIKLI BİR AİLENİN OĞLU OLSAM SADECE ROMAN YAZAN BİR ADAM OLURDUM

Gazetecilik bilinçli bir tercih miydi?

- Evet. Yazıyla-çiziyle ilgili bir iş yapacaktım. Çok sevdiğim bir şey, yazmak. Varlıklı bir aileden gelsem, belki sadece roman yazan bir adam olurdum. Ben memur bir ailenin çocuğuyum.

Olay nerede geçiyor?

- Bingöl’de. Ama babamın görevi nedeniyle ilkokulu Kayseri’de okudum, sonra Bursa ve İstanbul. Üniversiteye kaydımı yaptırmadan gazeteciliğe başladım.

Niye Hürriyet, Milliyet değil de, Zaman Gazetesi?

- Çünkü oralarda tanıdığım kimse yoktu.

Tek sebep bu muydu?

- Tabii, tabii. İnsan nerede imkan bulursa, oraya gidiyor. Hürriyet’te bir tanıdığım olsa orada çalışırdım. Üç yıl kadar Zaman Gazetesi, sonra Flash TV, sonra Yeni Şafak, sonra Yeni Yüzyıl, sonra Turkish Daily News. Orada çalışırken Kanal 7’den teklif aldım, Washington’a gittim, üç yıl orada kaldım, sonra Kanal 7’nin Ankara temsilcisi oldum. 5 yıl Ankara temsilciliğinden sonra Başbakan bu görevi teklif etti, ben de kabul ettim. 3.5 yıl sonra mesleğe geri döndüm, şimdi Radikal’de yazıyorum, Kanal 24’te politika danışmanı olarak ekrana çıkıyorum, iki hafta evvel de bu kanalın genel yayın yönetmeni oldum. Başıma iş aldım, ama elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım.

8 ay önce daha "iktidar"daydınız ama angajeydiniz, şimdi "iktidar"da değilsiniz ama özgürsünüz. Tercihiniz hangisi?

- Özgürlük tabii yerine başka hiçbir şey koyamayacağınız bir şey. Ben özgürlüğü tercih ederim.

- BAŞBAKAN’LA RÖPORTAJ YAPABİLİR MİYİM?

- BU RÖPORTAJIN PERFORMANSINA BAĞLI

 Size "Akif Peki" denmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Gülüyorum. Akif Deki de diyorlar. Bu tür şeyler beni hiç rahatsız etmez. Kim ne istiyorsa diyebilir.

Başbakan ne okuyor?

- Geçen yılki tatilinde Ayşe Kulin’in "Bir Tatlı Huzur"unu okuyordu. Münir Nurettin Selçuk’u anlattığı kitap.

Elif Şafak’ın Aşk’ını okumuş mudur?

- Bilmiyorum. Bazı  kitaplarla ilgili bizden özetler alırdı. Ama tabii romanlarda özet olmaz.

Sizce ben bir gün Başbakan’la röportaj yapabilir miyim?

- (Gülüyor) Performansınıza bağlı! Bu iş çıkınca göreceğiz!

Vayyyyy.

- Şimdi bu laftan bir sürü mana çıkarırlar. Ama gayret gösterirseniz olur. Niye olmasın?