Başka dünyaya gitti, geldi…
“Eğer ben olmadığım halde ana haber aynı reytingi tutturursa benim değerim düşer mi?” kuşkusu..........
GAZETECİLER.COM
Mehmet Ali
Birand, kafasını dinlemek istediğinde Uğur
Dündar gibi, “acaba reyting kaybeder miyiz?” korkusu yaşayanlardan
değil…
Ya da “Eğer ben olmadığım halde
ana haber aynı reytingi tutturursa benim değerim düşer mi?” kuşkusu
da yok…
Bu bayramda da öyle
yaptı…
Gitti…
Gezdi…
Gördü…
Geldi
ve…
Bugün de anlatıyor…
Buyurun…
Beş gün başka bir dünyada
yaşadım...
Meğer Recep Tayyip Erdoğan’dan söz
etmeden de yaşanabiliyormuş...
Meğer Kürt açılımının doğru mu,
yanlış mı olduğu konusunda kavga etmeden, korkuyla Türk-Kürt
sürtüşmesinin beklenmediği bir hayat da varmış...
Bayram tatilinden yararlanıp, eş
dost bir grup olduk ve Kenya’ya gittik.
Bu yazıyı da son günümüzde
yazıyorum.
Masai Mara ve Amboseli’de,
tabiatın ortasındaki çadırlarda beş gün geçirdik.
Birazdan hareket edeceğiz ve bu
akşam yine karşınızda olacağım.
Geri dönüyorum ve günlük yaşamıma
yeniden başlayacağım diye memnun mu olmalıyım, yoksa şu anda
karşımdaki manzarayı bir daha göremeyeceğimden dolayı üzüntü mü
duymalıyım bilemiyorum.
Şu anda karşımda yemyeşil bir bir
vadi var.
Göz alabildiğine uzanan bir
yeşillik.
Biraz önce yanımdan, 7-8 çocuklu
yabani domuz ailesi geçti. Başımı kaldırınca, birkaç yüz metre
ötemde bir zürafa ailesi oynaşıyordu.
Beni en çok etkileyen yanı ise,
sessizliğin sesini duyabilmekti.
Bilmem, siz hiç sessizliğin sesini
duydunuz mu?
Afrika’da işte bunu
duyabiliyorsunuz.
Ne otomobil, ne bağırarak konuşan
insan sesi...
Ne TV, ne radyo, ne sokak
sesi...
Kenya’da, milyonlarca hayvanın
yaşadığı, tabiatın kendi kurallarının geçerli olduğu bir ortamda
yaşamak insanı şaşırtıyor.
ÇİTA, GÖZ
AÇIP KAPAYANA KADAR İMPALAYI
ÖLDÜRDÜ...
Tabiat, hem çok güzel, hem de çok
gaddar.
Yüzlerce impala, tam otlanırken
birden duruverdi. Hepsi aynı anda bir yere doğru baktılar.
Tehlike’nin geldiğini hissettikleri anlaşılıyordu. Jipimizin şoförü
ayağa fırladı:
- Av var, çita
avlanıyor, dedi.
Yüzlerce impala, denizden rüzgarın
yön değiştirmesi gibi, aniden hareketlendiler ve bir yandan bir
yana kaçmaya başladılar.
İşte o anda, çita bir ok gibi
fırladı. Etraf birbirine girdi. Kuşlar uçuştu, zebralar
kaçtı...
Av yaklaşık 30 saniye sürdü.
Çitanın hızı 120 km’ye çıkınca, yavru impalanın hiç şansı kalmadı.
Boynunu kaptırdı ve bir baş hareketiyle işi bitti.
Hepimiz bu manzarayı dehşetle
izledik.
Herşey 1-2 dakikada müthiş bir
sessizlik içinde tamamlandı.
Çita, nefes nefes kalmıştı. Yarım
saat süreyle avının başında bekledi. Sürekli etrafına bakındı,.
Meğer, civarda sırtlanlar varmış. Toplu halde saldırıp, avını
elinden alabilirlermiş.
İmpala sürüsü ise, bu manzarayı
bir süre seyretti. Sonra, yavruyu bırakıp yollarına devam
ettiler.
Çita da, sırtlanların gelmediğine
kanaat getirince, onu 3-4 gün süreyle tok tutacak olan yemeğini
yemeye başladı.
Etrafta gerilim
düştü.
Herkes günlük hayatına
döndü.
ZEBRA
YİYEN ARSLANIN KEYFİ...
Beş gün süreyle hayatımızda sadece
hayvanlar vardı. Sadece onları konuştuk. Sadece onları
izledik.
Sabah kahvaltısını, Mara nehrinin
içinde uyuklayan hipopotamları (gergedan) izlerken yaptık.
Çıkardıkları sesleri dinledik. Uyanıp, birbirleriyle oynaşan
yavrular ve kayalar arasına girip, kendilerini fark ettirmeyen
timsahlar...
Ben böyle manzaralara alışmış bir
insan değilim. Gözlerim yerinden fırlamış şekilde, nefesimi kesip
gördüklerime anlam vermeye çalıştım.
Gergedanlarla, timsahların kaçar
kilo olabileceklerini tahmin etmeye çalıştım. Zaten aramızdaki en
heyecanlı tartışma, “bunların arasına düşsek ne yaparız?”
sorusundan çıkıyordu.
Bizleri umursamaz gözlerle
izlediler.
Aynı şekilde, öğle yemeğine
dönerken bir başka av olayı daha yaşadık...
Rehberimiz, sanki kokusunu almış
gibi, bizim seçemediğimiz uzaklıktaki bir yeri işaret
etti.
- Arslan, sırtlanları kovalıyor,
dedi.
Yaklaştığımızda sahne
korkunçtu.
Bir kaç saat önce avladığı
bir zebra’nın yanı başında koskocaman yeleli bir arslan, yemeğini
sırtlanlara kaptırmamak için, adeta nöbet bekliyordu.
Bir ara, sırtlanlar fazla
yaklaşınca hareketlendi. Hepsi kaçıştı.
Gözümüzün önünde, o arslan
zebra’yı büyük bir afiyetle yedi. Kıçından başladı, butlarından
devam etti, barsakları ve ciğerlerine geldiğinde ben artık
dayanamadım.
O gün yemek
yiyemedim.
Ertesi gün, yine oradan
geçerken, sırtlanlar zebradan kalan küçük parçaları paylaşıyorlar,
arslan ailesi de karınları tok uyuyorlardı.
Yine herşey büyük bir
sessizlik içinde bitmişti. Ardından, herşey normale
döndü...
Baktım, diğer zebralar
otluyor...
Yabani domuzlar, minicik
yavruları peşlerinde bir yerden bir yere
koşturuyorlar...
Filler, ağır adımlarla,
nehir kenarına doğru yola çıkmışlar.
İmpalalar, etrafta o
an için herhangi bir tehlike kalmadığını anladıklarından olacak,
birbirleriyle oynaşıyorlar.
Tabiat, kendi kendini
yeniliyor. Güçlü olan zayıf olanı avlıyor. Ancak karnı doyan, daha
fazla yemek peşinde koşmuyordu.
Tam beş gün, işte böyle bir
dünyada yaşadım.
Alışılmışın çok dışına
çıktım.
O sıralarda benim hergün
ilgilendiğim konularda ne gibi değişiklikler yaşandığını Recep
Tayyip Erdoğan’ın neler yaptığını merak dahi etmedim.