Başbakan'la neler konuştum?..

Unutmayın... Hiç kimse, birilerinin ölmesini göze almadan kahraman olamaz!.

ADNAN BERK OKAN

"Türk halkı kaybeden birinden nefret eder Sayın Başbakan'ım" dedim gözlerinin içine bakarak ve devam ettim: "Eğer kazanırsanız halkın gözünde bir kahraman olursunuz"...
Sustum...
Tepkisini ölçmeye çalıştım...
Her zamanki gibi söyleyeceklerimin bitmediğini anlamış, konuşmamı tamamlamam için beklemeye karar vermişti.
"Ama eğer kaybederseniz, halkın indinde beş para etmezsiniz."
Acı bir gülümseme yerleşti gözlerine...
"Ne yapalım?.. Komşularımızdan birine savaş mı açalım?" diye sordu... Sonra da sağ eliyle sol kolumu sıkıca kavradı:
"Bana bir Nicos Sampson bul o zaman..."
"Hem Nicos ve hem de Sampson bulamam ama o kadar salak birini pekalâ bulabilirim".
"Bul o zaman"...

Ve izin isteyip çalışma odama koştum, kapıyı üstümden kilitledim...
Asistanıma, ikinci bir emre(!) kadar telefon bağlamamasını, Başbakan haricinde kimseyle görüşmeyeceğimi söyledim.
Ve çalışmalarıma başladım...

                                       *  *  *

Birileri hiç istemediğimiz halde ana muhalefet partisinin liderini düşürmüş, yerine, karizmatik olmamakla birlikte, "soyut" bir "dürüstlük" anlayışı olan Kılıçdaroğlu'nu getirmişlerdi...
Hükümetimizden ve Başbakan'ın bizzat kendinden şikâyetçi olan çevrelerin de şişirmeleriyle Kılıçdaroğlu gazı almış, CHP'nin oylarında gözle görünür bir artış sağlamıştı...
Kılıçdaroğlu'na giydirilen elbisenin adı: Dürüstlük ve umut idi...
Bu iki elbiseden çok daha şık duracak tek elbise vardı: Kahramanlık...
Kıbrıs Barış Harekâtı Ecevit'i kahraman yapmıştı...
Sıradan bir kayalık olan Kardak gösterisi, 5 Nisan kararlarıyla barajın altında kalma tehlikesi yaşayan Bayan Çiller'in DYP'sini % 20'lere taşımıştı...
"One minute" olayı Başbakan Erdoğan'a acayip itibar sağlamıştı...
O halde yeni plânım "kahramanlık" üzerine bina edilecekti...

Öncelikle, "dikkat" çekecek, birilerinin "kibirlerini" kaşıyacaktık...
Bunu, bölgemizde başlatılan "Aktif Barış" süreci üzerinden yapabilirdik...
Böylece, bölgesel bir liderlik girişiminde bulunarak egemen devletlerin öfkelerini çekecektik...
O halde Başbakan, ABD'nin nefret ettiği Ahmedi Nejad ile Sosyalist Lula'yı bir araya getirmeli, İran'ın uysal bir devlet olduğunu kanıtlamayı başarmalıydı.
İran'ı takas anlaşmasına ikna etme fikri böylece daha erkene alınacaktı.
Bu arada Başbakan Latin Amerika gezisine çıkmalı ancak Brezilya'dan başka birkaç ülke daha bu programa dâhil edilmeliydi.
Ve bu ülkelerden birinde, Atatürk'e "saygısızlık" yapılmalıydı.

Kendimle biraz tartıştıktan sonra bu ülkenin Arjantin olduğuna karar verdim...
Ve, Arjantin'deki bir Ermeni cemaati içine yerleştirdiğimiz ajanımız aracılığıyla, Atatürk heykeli açılışını Başbakan'ın ziyaretine rastlatacak ancak aynı gün heykelin açılmasının ertelenmesini sağlayacaktım..
Böylece Başbakan, Atatürk hakkında övücü ve aşırı saygı içeren bir açıklama yaptıktan sonra Arjantin gezisini iptal edecekti...
Bingoooo!..
Türkiye'ye döndüğümüzde Başbakan bilhassa Atatürkçü kesimlerin gözünde itibar kazanacak, ordudaki komutanlar ve küçük rütbeli subayların gönlünde taht kuracaktı...
Bir bingo daha!..

Hemen akabinde, daha önceden planladığım İHH programı yürürlüğe konacaktı.
En çok da o plânımı sevmiş, kendi kendimi takdir etmiştim...
Plânıma göre bir yolcu gemisi olan Mavi Marmara diğer ülkelerin de hazırladığı yük gemilerindeki yardım malzemelerini ısrarla Gazze limanına teslim etme girişiminde bulunacaktı.
İsrail'in böyle bir şeye izin vermeyeceğini ilkokul öğrencileri bile bilirdi...
Önemli olan bu gerçeği bile bile o gemiyi inançlı Müslümanlarla doldurabilmekti.
Bu konuda da en büyük yardımı İslâmi medyadan alabileceğimi biliyordum...

Bir an için olası İsrail saldırısında birilerinin ölebileceği geldi aklıma...
Elimle havayı dövdüm...
"Hiç kimse, birilerinin ölmesini göze almadan kahraman olamaz!." diye söylendim..

Ya bu plân tutmazsa!..
O zaman da Başbakan ve partisi biter, ben de Kılıçdaroğlu ve ekibine "Başbakan'ı ben bitirdim" mesajı göndererek kendime o saflarda yeni bir iş bulur, cüzdanımı doldurmaya(!) devam ederdim...

                                       *  *  *

Herşey (İskenderun'da 6 erimizin PKK tarafından şehit edilmesi hariç) tam da plânladığım gibi oldu...

                                       *  *  *

Az önce Başbakanlık özel kaleminden aradılar...
Başbakan benimle görüşmek istiyormuş...
Heyecanla odamdan çıktıktan sonra adımlarımı ağırlaştırdım...
Bu arada seslenen birkaç bakana hiç başımı çevirmeden alt perdeden bir ses tonuyla ve umursamaz ifadeyle karşılık verdim.
Özel kalem hiç bekletmeden beni içeri aldı.
Başbakan'ın sağ elinin ayası bana dönük olarak havada öylece duruyordu...
Ben de sağ elimi kaldırdım ve ellerimizin ayaları havada çarpıştı...
Başbakan teşekkür etti...
Oyunun sonrasında neler yapabileceğimizi konuşmaya başladık...
Başbakan konuşuyor, ben "dinliyor" gibi yapıyordum ama aklımda başka şeyler vardı..
Son günlerde 10 bin beygirlik yatımın masraflarını karşılayamaz olmuştum...
Güzelim motorsikletlerimi bile sattım geçenlerde...
Sosyete güzeli dostum da benden daha varlıklı bir başka danışmana kaçtı...
Sıkıntıdayım yani...

                                       *  *  *
Sevgili dostlarım...

Yukarıda okuduklarınızın hiç biri olmadı...
Ben bir an için kendimi Başbakan'ın "Strateji danışmanı" yerine koydum ve senaryoyu yazdım...
Eğer Başbakan'ın "Strateji danışmanı" olsaydım, aynen bu plânı yapardım...
Çünkü bu plân sonunda:
* Gazze uluslararası yardıma açılır,
* İsrail orta vadede 68 sınırlarına çekilmese de bazı sınır çizgilerinde gerilemeler yapar,
* ABD ve diğer egemen güçler İran'a saldırmaktan vazgeçer,
* Orta vadede Şahın oğlu Rıza Pehlevi İran'a döner,
* Kürdistan resmen ilân edilir ve ilk tanıyanlardan biri Türkiye olur,
* Türkiye bölge politikalarının "oyun Kurucusu" olarak etkinliğini arttırır,
* Benim danışmanlığını yaptığım(!) Başbakan da "Kahraman" olarak girdiği seçimlerden % 50'nin üzerinde bir oy oranıyla çıkardı...
Adanalılar ne der:
"Amma da gıyak hani!"

                                       *  *  *
Değerli dostlar;
Türkiye çok uzun yıllar sonra ilk kez masada yer aldı.
Kağıtlar karıldığında bizim de önümüze aynı sayıda kâğıt atıldı...
Ancak...
Devletlerin tarihinde en zorlu süreç bu süreçtir...
Osmanlı'yı, iki gemi (Goben - Yavuz ve Breslav - Midilli) yıktı...
Genç Türkiye'mizi bir geminin yıkmasına izin verecek değiliz...
Ama her şeye rağmen çok dikkatli olmalıyız...

adnanberkokan@gmail.com