Başbakan Erdoğan'ın yazar kasası mı yoksa?..

Bu % 75’lik kitle dili, dini, ırkı, milleti, milliyeti, cibilliyeti ne olursa olsun birbirinden nefret etmek istemiyor…

ADNAN BERK OKAN

Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın demokrasiyi sahiplenmeleri; Başbakan'ı kızdıracaklarını bildikleri halde demokrasinin sadece seçim sandığından ibaret olmadığını söylemeleri demokrasimizin geleceği açısından umudumu arttırdı...
Bu arada keşke Suriye'de de seçim sandığı olduğunu söyleseydiler...
Tabii ki Başbakan'la polemiğe girmek istemedikleri için orada bıraktılar...
Arınç'ın; protestolarını şiddete hiç bulaşmadan vakur; bir düğün, bayram tadında sürdüren halktan özür dilemesi, delikanlılığa geçiş yıllarımda anneciğimden öğrendiğim bir öyküyü hatırlattı. 
Başbakan, keşke o insanların mesajlarını ve itirazlarını doğru okuyabilseydi...
Neyse; öyküyü sizinle paylaşayım...


Ağzın o kadar kötü kokuyor ki...

 Abbasi Halifesi Mem’un bir gün; güzel bir kadına yıldırım aşkıyla tutulur...

Gözleri güneşe, yüzü ay parçasına, dudağı goncaya, endamı bir gülfidanına benzeyen; parmak uçlarının rengini sanki kınadan değil de kalplerine girdiği âşıklarının kanından alan bu güzele yürekten vurulur...


Erdoğan'ın yazar kasası mı?..


Bülent Ecevit
, gelmiş geçmiş en çok sevilen, muhaliflerinin bile saygı duydukları, aleyhinde tek kötü söz etmedikleri başbakanlardan biriydi…

Bir gün…

Bir esnaf çıktı ortaya…

Başbakanlık binası önüne geldi ve bir “yazar kasa” fırlattı…

Yani, “ekmek parasını”

Ve işte her şey o zaman başladı…

Ülkenin gelmiş geçmiş en çok sevilen başbakanlarından, siyasetçilerinden birinin “çöküşünün, tükenişinin” başlangıcı oldu o yazar kasanın fırlatıldığı an…

Taksim Gezi'den başlayarak Türkiye'ye yayılan olaylar Erdoğan'ın yazar kasası olabilir...
Gül, Arınç ve Çiçek'in demokrasinin sadece seçim sandığından ibaret olmadığı konusunda mutabık kalmaları, (eğer Başbakan Türkiye'ye dönüşünde inatlaşmasını sürdürmezse) ortamı sakinleştirebilir..
Ama...
Diş macununu tüpe geri döndüremez..

Başbakan inatlaşmayı sürdürürse...

Başbakan bu üç değerli devlet adamının söylemlerini, sohbetlerini de görmezden(!) gelmeye devam ederse...

O vurdumduymazlık Taksim Gezi “Erdoğan'ın yazar kasası” olarak süeci hızlandırır…

Kalbinin kıpırtısı davulların gümbürtüsüne dönüşür heyecan seliyle, kadını “cariye” yapar kendine...

Gündüzden ateş düşer yüreğine...

Cariyeyle olacaktır bütün gece...

Girince koynuna cariye; ateşi sönecektir; içindeki muson yağmurları belki dinecektir...

Ama olmaz düşündüğü gibi...

Abbasi Halifesini istemez; reddeder o dünyalar güzeli...

Tabii ki Mem’un çok öfkelenir...

Der ki:

“Nasıl reddedersin beni?.. Bir kılıç darbesiyle ortadan ikiye ayırırım bedenini”...

“İşte başım” der Cariye, “kes, at…

Ama yatağına alamazsın beni...”

Bu ısrarda bir hikmet olduğunu düşünür Halife; ama o hikmet ne?..

“Ne yaptım ben sana ey dünyalar güzeli?..” diye sorar Abbasi halifesi.

“Bilmeden incittim mi yoksa seni?.. Hem benim neyimi beğenmedin ki?..”

Cariye cilveyi de elden bırakmadan, gerdan kırar, göz süzer,

bakışları Halife’nin yüreğini ezer:

“İstemiyorum seni Sultanım!” der gözlerini dikerek Halife’nin gözlerinin içine… “Öldürsen de beni, hatta başımı yarsan bile; bedenim olmaz senin bedeninle...”

“İyi de neden?” diye bir kez daha sorar Halife...

“Çünkü” diye başlar Cariye;

“ağzın o kadar kötü kokuyor ki,

Çekmektense ağız kokunu,

Gel, razıyım vur hemen boynumu...

Bil ki akmaz tek damla kanım.

Hem de ki vurdun boynumu,

N’ederim?..
Sadece bir kere ölürüm...

Eğer kabul edersem koynuna girmeyi;

o kokudan her gece ölürüm...


Ulaştırılmıyor...

Halkın iktidara oy vermeyen % 50’lik bölümü ile Ak Parti’ye oy vermiş % 50’nin % 50’si; yani halkın % 75’i, "nefret etmekten nefret eder" hale gelmiş…

Bu % 75’lik kitle dili, dini, ırkı, milleti, milliyeti, cibilliyeti ne olursa olsun birbirinden nefret etmek istemiyor…

Onun için Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı el ele kol kola “İstanbul United” diye tempo tuttular…

Birileri sadece bunu anlatsa Başbakan’a, çok şey değişecek…

Ama bunu Başbakan’a anlatacak cesarette birileri yok…

Anlatanların sesi ise Başbakan’a ulaştırılmıyor…
 

Bilinir ki kılıç bir kere keser başımı, Ok bir kere deler geçer beden taşımı...

Lâkin ağız kokun var ya ağız kokun, Her daim döndürür şu zavallı başımı”...

Halife bu sözlere çok kırılır...

Bütün gece Cariye’nin söyledikleri kulaklarında çınlar durur…

Sabah olduğunda sadece kendi ülkesinin değil, bütün ülkelerin cerrahlarından sırrını saklamaları şartıyla ağız kokusundan nasıl kurtulacağına çare bulunmasını ister...

Ve bulur sonunda çareyi...

Getirtir tavsiye edilen iksiri...

Bir süre sonra aynı Cariye,

huzura getirildiğinde:

“Kokuyor mu ağzım?”

diye sorar Halife...

Koklar ve şöyle der Cariye:

“Nefesiniz yine kokuyor ama bu defa kokusu benziyor bir güle.”

Ağız kokusundan kurtulan Halife keyifli bir neşeyle;

çevresindekilere der şöyle:

“Gördünüz işte ne kadar iyi oldu Cariye’nin yüzüme karşı söylemesi günahımı... Ya gizleseydi benim o fena ayıbımı?.. Kurtulamayacaktım şu dertten... ‘Ağız kokusu’ denen illetten...”

                    

Ey güzel insanlar!

Kızmayın acı ama doğruyu söyleyene:

“Dikkat et!.. Gideceğin yolda kuyu var,  diken var, belâ var” diyene...

Gerçek dostluk;

söylemektir acı da olsa doğruyu...

Gizlememek nefesteki kokuyu...

Asıl dostluk işte odur...

Sürer gider kusurlar,

Gizlenip söylenmezse...

İtibar, onur, şeref haysiyet,

Sonunda döner kevgire...