Başbakan da yani nası oluyo da o kabzı...
İçi kin ve nefret ziftiyle kapkara olmuş adamın ya da kadının gözleri küçülüyor, dudakları çizgi haline geliyor ve riyakârca bir gülümsemeyle...
ADNAN BERK OKAN
Son dönemlerin trendi “seni seviyorum” demek…
Veya konuşma arasında “canım benim” demek…
“Seni seviyorum”…
Sanki sevmek o kadar kolaymış gibi…
Ya da “sıradan” bir duyguymuş gibi…
İçi kin ve nefret ziftiyle kapkara olmuş adamın ya da kadının gözleri küçülüyor, dudakları çizgi haline geliyor ve riyakârca bir gülümsemeyle “seni seviyorummmm” diyor kendisi bile inanmadan…
Samimiyetsiz sevgi, samimi nefretten daha beterdir benim için…
Uzatmayayım…
Bugün size dünkü Hürriyet’te okuduğum bir yazıdan söz etmek istiyorum…
Ayşegül Domaniç Yelçe’nin başlığı altında yayımlanan yazısından…
Ayşegül’ün sorusuna samimiyetle ve doğru/haklı gerekçeler göstererek cevap verebilecek hiç kimse çıkmaz…
Çünkü…
Nefret etmek sevmekten daha kolay geliyor çoğumuza…
Oysa sevmek öylesine kolay…
Öylesine yüce…
Öylesine temiz…
Öylesine kutsal ki…
Aslına bakarsanız…
Ayşegül’ün sorusunun muhatabı hemen herkes aslında nasıl da herkesi çok sevdiğini, kimseden nefret etmediğini falan anlatacaktır…
Hâlbuki…
Genelin sevgiden anladığı güce tapmak, güçlünün yanında durmak, güçlünün emrinde olmaktır…
Yine Ayşegül’ün yazısına döneyim…
Ayşegül yazısına Hacı Bektaşi Veli’nin bir sözüyle başlıyor…
“İslâm’ın özü güzel ahlâk, ahlâkın özü bilgi, bilginin özü akıldır…”
Ve…
Çok bilinen o ünlü “Su, ateş ve ahlâk” öyküsünü anlatıyor Ayşegül…
Bilmeyenler için özet olarak anlatayım…
Güzel bir dostluk kuran Su, ateş ve ahlâk bir gün ormanda dolaşmaya çıkarlar. Fakat bir müddet sonra içlerine bir korku düşer...
Orman çok büyük ve çok karmaşıktır.
Her türlü ihtimale karşı birbirlerini kaybederlerse, nasıl bulacaklarını düşünmeye başlarlar.
Ateş ve ahlâk suya sorar:
-“Kaybolursan seni nasıl bulacağız?”
Su cevaplar:
“Nerede bir şırıltı duyarsanız ben oradayım…”
Cevaplama sırası ateşe gelir.
Su:
-“Seni yitirirsek ne yapalım?” diye sorar.
Ateş cevaplar:
-“Duman gördüğünüz yerde ben varım…”
Sıra ahlâka gelince şu cevabı verir:
-“Beni asla kaybetmeyin; eğer kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız!”
Öyküyü anlattıktan sonra “ne yazık ki günümüzde ahlâk anlayışı değişti” diyor Ayşegül…
Hırsızlığı, kul hakkı yemeyi, haksız kazanç sağlamayı, yalan söylemeyi kabullenir bir toplum haline geldiğimize dikkat çekiyor…
Haklı Ayşegül…
Neden haklı?..
Yazısına başlarken paylaştığı Hacı Bektaşi Veli’nin o güzel sözü ile açıklamaya çalışayım niçin haklı olduğunu…
Günümüzde önce “akıl” çöktü…
Çünkü…
Akıllar güce kiralandı…
Akıl çökünce, bize verilen bilginin “bilmemiz istenen şey” olduğunu fark edemedik…
Doğru yerine, bize öğretileni “Bilgi” diye belleyince de “Güzel ahlâk” çöktü…
Ahlâk olmayınca “Sevgi” uçup gitti, yerine “Küçük bencil hesaplar” geldi…
Medyayı izliyorsunuz…
Bilhassa İslâmcı medya…
Kendi mahallelerinde bile kendi komşularından nefret ediyorlar…
Kim kimden daha çok maaş alıyor?..
Başbakan kimi hangi gazete veya televizyona yerleştirdi?..
Ve hemen akabinde de hüküm kesiliyor:
“Kabzın teki… Başbakan da yani nası oluyo da o kabzı bu kadar tutuyo anlamıyom yani…”
Bunlar İslamcılar…
Yani…
Adını “Sevgiden, selâmdan” alan dinin mensupları…
Öyle diyorlar kendilerine:
“En Müslüman biziz…”
Keşke sevgide de “En Müslüman” olsalar, olabilseler…
Oysa o kadar sevgisizler ki kendi yakınlarına bile…
Oysa öyle düşmanlar ki dünyevilere…
Öylesine ötekileştiriyorlar ki onlardan olmayanları…
Hatta…
Çocuklarını onların okullarına (İmam hatip) göndermeyenlerin vebal altına gireceğini söyleyecek kadar uzaklaşıyorlar sevgiden saygıdan, hoşgörüden…
Hâsılı…
Bu, ruh engellilerinin durumu, fiziki engellilerin durumundan çok daha vahim…
Evet…
Çok vahim…
Çünkü…
Fiziki engel, hareketleri ve bazı duyuları olumsuz etkiler sadece…
Ama…
İnsan olmayı etkilemez…
Ruh güzelliğini bozmaz…
Ruh engelliler ise duyuları olsa da duyguları olmayanlardır…
İnsanlıktan çıkmış olanlardır…
Samimi sevenleriniz ve samimi sevgileriniz olması dileğimle…
adnanberkokan@gmail.com