Başbakan basından ne istiyor?
Sedat Ergin Başbakan'ın medya ile yaşadığı krizi gündemine aldı. Ergin konuyu bir dizi yazı olarak ele alıyor. Bugün ilk yazısıyla konuya giriş yapmış.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin Başbakan'ın medya ile yaşadığı krizi gündemine aldı. Ergin konuyu bir dizi yazı olarak ele alıyor. Bugün ilk yazısıyla konuya giriş yapmış.
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçen cuma günü yaptığı açıklamada çok açık ifadelerle gazete patronlarını köşe yazarları üzerinde kontrole davet etti.
Başbakan, yazarların “ülkeyi ve ekonomiyi germeleri halinde” -“onlara kalemlerini teslim eden, maaşlarını veren şahıslar” olarak- patronların “Kusura bakma kardeşim, bizim dükkânda sana yer yok” diyebilmeleri gerektiğini söyledi; özellikle de “her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde”...
Başbakan, bu sözlerinin yarattığı tepkilerin ardından geçen salı
günü yaptığı ikinci bir çıkışla tonunu düşürüp, sözlerini
yumuşatmaya çalıştıysa da, aslında başlangıçta durduğu noktadan
geri adım atmadı. Gazeteleri dükkâna, köşe yazarlarını da
tezgâhtara benzetip, “medya patronunun yayın kadrosunu
seçme, tasvip etmedikleriyle yolunu ayırma hakkı olduğunu”
vurguladı.
Belli ki, bugünlerde gazete patronlarının köşe yazarlarıyla,
gazetecilerle ilişkilerinin dinamikleri Erdoğan’ın
zihinsel egzersizlerinde önemli bir yer tutuyor. Ve Başbakan’ın
patronların yazar çıkartma hakkını kuvvetli bir şekilde savunduğu
gözleniyor...
KONTROLLÜ BASIN İSTİYOR
Bu noktada patronlardan isim vererek bir talepte bulunmadığını
söylemiş olmasının kendisi açısından durumu hafiflettiğini
zannetmiyoruz. Bu hususun, Başbakan tarafından bu kadar kuvvetli
bir şekilde ifade edilmiş olmasının, kaçınılmaz bir şekilde bir
baskı algısı yaratmaması düşünülemez.
Başbakan’ın medya patronlarına dönük bu çağrıları, onun demokrasi
ve basın özgürlüğü anlayışı açısından ne anlam ifade ediyor?
Başbakan’ın özellikle son 3 yıl içindeki basına ilişkin
açıklamalarını yeniden gözden geçirip bir bütün olarak analiz
ettiğimizde, ağzından çıkan hiçbir ifadenin dil sürçmesi olmadığı,
son çıkışlarının diğer açıklamalarla birlikte anlamlı, tutarlı bir
bütün oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Pek çok örnekle açıklamaya çalışacağız ki, Başbakan özünde hoşuna
gitmeyen, canını sıkan haberlere tahammül edemiyor, tepkisini
gizlemiyor ve her seferinde kontrollü bir basın ortamı talep etme
noktasına geliyor.
BASINA BOYKOT ÇAĞRILARI
Özellikle 2007 seçimlerindeki yüzde 47’lik başarısından sonra
Başbakan’ın basın karşısındaki söyleminde çok belirgin bir
sertleşmenin ortaya çıktığı tartışma götürmez.
Burada önemli bir kırılma noktasının 2008 Eylül ayında Almanya’da
Deniz Feneri yolsuzluğunun patlak vermesinden sonra yaşandığı
söylenebilir. Erdoğan, 2008 Eylül ayında hemen hemen her hafta
sonunda yaptığı çıkışlarla Frankfurt’ta mahkumiyetle sonuçlanan bu
davayla ilgili haberleri veren Doğan Grubu’na karşı kampanyaya
girişmiş, grubun patronu Aydın Doğan’ı şahsen
hedef almıştır.
İlginç olan, Başbakan’ın 2009 yılının başında, yani yerel seçimden hemen önce ikinci bir kampanya başlatıp, eşiği yükselterek bu kez boykot çağrısında bulunması, bu çağrıyı seçim öncesinde ısrarla tekrarlamasıdır.
Örneğin 27 Ocak’taki ilk boykot çıkışında bunu sivil inisiyatif
olarak nitelendirip, “Yalan yanlış haber yapan medyaya
karşı, gelin almama kampanyasını yapalım. Boşuna paranızı niye
veriyorsunuz?” demiş, daha sonra “Onları yokluğu
mahkûm edin” ifadesini de kullanabilmiştir.
EKONOMİK OLARAK BİTİRMEK
İkinci dalgada Deniz Feneri davasının yerini
ekonomik kriz konusundaki haberlere duyulan tepkiler almıştır.
Ekonomik göstergeler dünya ekonomisindeki krize
paralel bir şekilde olumsuza doğru yönelirken, bu yöndeki haberleri
“felaket tellallığı” olarak nitelendiren
Erdoğan, “Felaket tellallığı yapan medya
grubuna özellikle sesleniyorum. Ne yazarsan yaz, benim borsada
param yok, sen batacaksın sen... Almayın, para
vermeyin bunlara” diye çıkışabilmiştir.
Bütün bu açıklamalara hâkim olan “Para vermeyin”, “Batacaksın”, “Yokluğa mahkûm edin” gibi fiilerin tanımladığı temalar yan yana getirildiğinde karşımıza çıkan bir bakış var. Bu bakışta, yayınlarından rahatsız duyduğu bir grubu ekonomik olarak zayıflatmak, bitirmek gibi saiklerin önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Zaten Maliye Bakanlığı tarafından Doğan Grubu’na 18 Şubat 2009
tarihinde kesilen 820 milyon liralık ilk vergi cezasının tam bu
konjonktür içinde gelmiş olması da dikkat çekicidir. Tematik bir
benzeşme söz konusudur.
(Yarın: Erdoğan’a göre bir gazete patronu gazeteyi hangi hallerde kapatmalıdır?)