Ayşenur Arslan'dan Ahmet Hakan, Şenlikoğlu ve Erdoğan'a yanıt
"Neyi konuşup neyi eleştireceğimizi Ahmet Hakan Beyefendi'den öğrenelim. Cumhurbaşkanı konuşup sataşınca da hizaya geçip susalım. Peki! Başüstüne!"
Türban konusundaki yorumları nedeniyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından miting meydanında yuhalatılan Ayşenur Arslan, suçlamalara Yurt gazetesindeki köşesinden cevap verdi. Arslan, Erdoğan'ın tepkisini çeken yorumlarla ilgili "Evet, sahiden de söyledim. Çünkü öyle düşünüyorum" dedi.
Köşesinde ayrıca yazar Ahmet Hakan ve Emine Şenlikoğlu'nun da eleştirilerine yanıt veren Arslan "Vay efendim, başörtüsü sorunu bitmişken ben çıkıp yeniden gündeme getirmişim. AKP'nin eline koz vermişim. Ne kadar da yanlış yapmışım.Doğrusu, anlamakta zorlandım. Başörtüsü her yerde serbest olunca, bu, artık konuşulmamalı/ konuşulmaz anlamına mı geliyor?" ifadelerini kullandı.
"Neyi konuşup neyi eleştireceğimizi Ahmet Hakan Beyefendi'den öğrenelim. Cumhurbaşkanı konuşup sataşınca da hizaya geçip susalım." diyen Arslan şöyle ekledi: "Peki! Başüstüne!"
İşte Ayşenur Arslan'ın köşesinde yazdığı o yazıdan çarpıcı
bölümler:
MİTİNGE MALZEME OLDUM
Yıl 1975. TRT'nin başında, efsane genel müdürü
İsmail Cem var. Bense, henüz bir yıllık
TRT muhabiriyim. CHP-MSP koalisyonu iktidarda. Ama
Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel, koalisyonu sarsıp duruyor.
İşte o günlerde, TRT muhabiri olarak Demirel'in mitinglerinden
birini izlemek için Samsun'dayım.
Gözünüzün önünde şöyle canlandırın. Samsun'un en büyük alanı.
Şimdikilerden biraz daha farklı bir sahne/kürsü. O sırada tek
televizyon TRT olduğu için de, sahne/kürsüde bir Demirel, bir de
(ses kayıt cihazıyla) ben!
Demirel, iktidara, Ecevit'e veryansın ediyor. Bir ara sözü, o
günlerin en "moda" saldırı konusu olan TRT'ye
getiriyor. Beni işaret ederek, "Bu TRT var ya bu
TRT" diye bağırıyor... Derken, meydanı dolduran
onbinlerce kişiden gök gürültüsü gibi bir ses yükseliyor:
Yuuuuuuh!
Ben küçülmek ve hatta yok olmak isteyerek olduğum yerde büzülürken
Demirel imdadıma yetişiyor!
"Canım" diyor, "Kızcağızın günahı yok. Ben
TRT'nin başındaki zata söylüyorum."
O mitingden kısa süre sonra, başını Demirel'in çektiği Milliyetçi
Cephe hükümeti kuruluyor. İsmail Cem, görevden
alınıyor. Birkaç ay sonra da ben (bir yıl sonra Danıştay kararıyla
dönmek üzere) TRT'den atılıyorum.
***
Ve yıl 2015. Tam 40 yıl sonra, bir Cumhurbaşkanı... Mitinginde
benden söz ediyor. Recep Tayyip Erdoğan. Konuşuyor: "Bir
gazeteci geçtiğimiz günlerde ana muhalefetin TV'sinde ne diyor
biliyor musunuz 'Başını örten kadın özgürlüğünden vazgeçmiştir'.
Bunlara gereken dersi 7 Haziran'da vermelisiniz."
Enver Aysever'le yaptığımız programdaki eleştirimden söz ediyor.
Evet, sahiden de öyle söyledim. Çünkü öyle düşünüyorum.
Başörtüsünün "ideolojik bir mukavele" anlamına
geldiğine... Bu mukaveleye atılan imzanın da "kadını,
erkeğin arkasında, yani ikinci sınıf insan haline
getirdiğine" inanıyorum.
Bu görüşüme katılmayabilirsiniz. Eleştirebilirsiniz. Ama,
koskoca bir Cumhurbaşkanı olarak, mitingde bunu nasıl "malzeme"
yaparsınız! Üstelik, ben de seçime giriyormuşum gibi, 7 Haziran'da
ders vermekten nasıl söz edersiniz! Daha ciddi malzemeniz, derdiniz
yok mu! Biz gazeteciler, siz siyasetçilerin dilinden
kurtulamayacak. 40 yılda, bir arpa boyu yol alamayacak
mıyız!
***
Sadece Erdoğan değil elbette. Başörtüsü hakkındaki sözlerim, pek
çok kişiye dert olmuş anlaşılan.
Örneğin Ahmet Hakan. Bir yazı döşendi.
Maşallah!
Vay efendim, başörtüsü sorunu bitmişken ben çıkıp yeniden gündeme
getirmişim. AKP'nin eline koz vermişim. Ne kadar da yanlış
yapmışım.
Doğrusu, anlamakta zorlandım. Başörtüsü her yerde serbest
olunca, bu, artık konuşulmamalı/ konuşulmaz anlamına mı
geliyor?
Bana göre, tam aksine, şimdi bireysel mağduriyetler söz konusu
olmadığına göre konuşmanın tam sırası. Madem tüm özgürlükler
neredeyse başörtüsü meselesine bağlanıyor. Tam da bu yüzden
konuşmanın tam sırası.
Başörtüsünün özgürlük olduğunu mu savunuyorsunuz? Hadi,
bunu tartışma özgürlüğü ile taçlandırın da göreyim
sizi!
Yo, hayır! Başörtüsü özgürlüğü olmalı. Ama bunu tartışma özgürlüğü
olmamalı!
Ayrıca, biz gazetecilerin "neyi nerede ne zaman kimlerle
tartışacağımız" konusunda bir yönerge var da ben mi gözden
kaçırdım!
Kim karar veriyor neyi ne zaman söyleyeceğime? Ahmet Hakan mı? Ya
da yıllardır alıştırmaya çalıştıkları üzere RTE mi?
***
Yetmedi... Emine Şenlikoğlu, "sözlerimi kendisine (de)
hakaret olarak algıladığı için" hakkımda dava açacağını
açıkladı.
Açar mı açar!
Uygun hakim bulursa, ceza verdirir mi verdirir!
Ama umarım bu arada, "bence başını örten kadın
özgürlüğünden vazgeçmiştir" sözlerinin neresinde hakaret
olduğunu da bir zahmet anlatıverir.
Yanı sıra, "başörtülü kadının bireysel özgürlüğüne sahip
çıkarım ama başörtüsünün bir özgürlük meselesi olduğunu
düşünmüyorum" ifademin analizini de yapıverir.
Ben neyin hakaret olup neyin olmadığını çok iyi bilirim
hanımefendiler, beyefendiler. Evet, şimdi sizin zamanınız.
Baksanıza, hırsız diyeni, "kim için söylüyorsun"
sorusunu bile sormadan içeri atıyorlar. İsim sormuyorlar.
"Biz kime dediğini biliriz" diyorlar.
Başörtüsü ise, en iyi siyasi propaganda malzemeniz. Sizler,
hâlâ sömürüsünü yapadurun... Küçücük kızlar, (güya kendi
rızalarıyla) başlarını kapatadursun... Bizler konuşmayalım.
Eleştirmeyelim. İki laf etmeyelim. Neyi konuşup neyi
eleştireceğimizi Ahmet Hakan Beyefendi'den öğrenelim. Cumhurbaşkanı
konuşup sataşınca da hizaya geçip susalım.
Peki! Başüstüne!