Ayşe Böhürler’e göre Cübbeli Ahmet nasıl biri?..

Biz 1970’li yılların sonunda sinemada yaşadığımız bir dejenerasyondan sonra; Bülent Bey iken Bülent Hanım olan.....

GAZETECİLER.COM - Fatih Altaylı iyi bir “gazetecilik” yaptı…
Her ne kadar kızanı da çok olduysa bile, yine de “iyi iş” çıkardığını onlar da kabul etmeliler…
Altaylı’nın Cübbeli Ahmet'i konuk ettiği programı ilgi ile izleyenlerden biri de Yeni Şafak yazarlarından Ayşe Böhürler…
Bakın neler yazıyor söyleşi ile ilgili:
 
Cübbeli Ahmet Hoca'yı ilk defa görenlerden birisiyim. Sert, ciddi, katı bir hoca beklentisi ile ekranlarının başına oturan herkes gibi hayal kırıklığına uğradığımı itiraf ediyorum. Fatih Altaylı'nın konuğu olan Hoca, eminim bir çok kişiyi ekran karşısına kilitledi. Ekranlardaki Cübbeli Hoca, hoş sohbet, inandığı gibi konuşan sevimli bir dini şahsiyet profili ile hepimizi şaşırttı. Görüntüye bakıp “aman Allah'ım Cumhuriyet Türkiyesi'nde bu tablo” nefreti ile ekranlarını kapatanlar çok şey kaçırdı diye düşünüyorum.
 
Neymiş?..
Cübbeli Ahmet Hoca, “hoş sohbet” bir kişi imiş…
Başka?..
O halde devam…
 
İnanıp inanmamak, fikirlerine katılıp katılmamak ayrı meseleler. Ancak din gibi önemli bir alanda dinleyecek insan bulmakta zorlandığımız ortada. Çünkü mevcut dünya düzeni, insanların dini alanda ihtiyaçları olabileceği gerçeğini görmezden geliyor. Din adamı, imajını alaycı ve çağdışı figürlerle özdeşleştirerek böyle bir ihtiyaç alanını yok edeceğini düşünüyor. Nitekim Sovyet modelinde bunun en acımasızca örneği uygulandı ancak başarısız oldu. “Rusya'da Tanrıya Dönüş” kitabı sanırım 1970 lerde basılmıştı.
 
Ayşe Hanım, “dinini öğrenme” ihtiyacı duyan insanların (hangi din olursa olsun) giderek arttığı gerçeğini hatırlatıyor ki bu görüşüne biz de katıklıyoruz…
Dünyada “ahlâki çöküntü”nün “zirve” yaptığı her dönemde makul çoğunluk din öğretisine sarılma ihtiyacını duymuştur…
Biz 1970’li yılların sonunda sinemada yaşadığımız bir dejenerasyondan sonra; Bülent Bey iken Bülent Hanım olan (ki o köklü değişim de sinemanın pespayeleştiği o dönemde gerçekleşmiştir) bir şarkıcıya sahneyi yasaklayan “Faşist Dönem”e giriş yaptık…
Türkiye inşallah öylesine “Faşist” bir darbeye maruz kalmaz ama çok acıtacak bir sosyal siyasal değişime doğru koşar adım (ve gözleri kapalı) gittiğimiz de bir gerçek…
 Neyse…
Biz yine Böhürler’in köşesine dönelim:
 
Toplumdaki din algısına zaman zaman eleştiri getirenlerden birisi olarak, inanıyorum ki; dini anlayışın çarpıklığının nedenlerinin başında, dini eğitime ilişkin doğru bir modelin olmayışı geliyor. Evet bu halk din diye hikaye dinlemekten hoşlanıyor, defalarca abdest gusul şartlarını soruyor, büyü- cin meselerine çok ilgi duyuyor ancak yine de soruyor, bilmek istiyor asıl önemli olan bu. Aynı halk, çocuğunu kendisinden daha iyi dini eğitim alsın diye imam hatip okullarına gönderiyor. “Hem dünyasını hem ahiretini öğrensin” formülüdür bu talepteki en önemli neden.
Din eğitimi meselesi sadece Türkiye'de değil bir çok ülkede önemli bir mesele olarak karşımızda duruyor. Önemli; çünkü kişisel mutluluğu ve huzuru etkiliyor. Çağdaş dünyada dinler geri dönüyor evet ama bireysel haklar çerçevesinde, kurumlar olarak değil. Mesele;İslam devleti kurmak değil, mesele; devletin rejimi ne olursa olsun kişinin kendi dünya ve ahiretine ilişkin kaygısıdır. Kısaca iç huzurudur.
 
Böhürler’in yazısı giderek bir derse dönüşüyor…
Din eğitimindeki çarpıklığa dikkat çekiliyor…
Ne yazık ki dini bilmeyen alt ve üst yapısı eksik (hatta hiç yok) kimi sözde din adamları safsataları “Din” diye öğretiyorlar…
Cübbeli Ahmet belli ki İslam dinini iyi biliyor…
Hatta “çok iyi” biliyor…
Ve galiba eksik olan, o bildiği dini anlatma özgürlüğünden yoksunluk…
Ya da popüler kanallar yerine “kapalı kapılar ardında” anlatmak zorunda kalışı…
Ayşe Böhürler de belli ki dini konuların yanlış tartışılmasından şikâyetçi…
Bakın ne diyor:
 
Din eğitimi ya da Türkiye özelinde İmam Hatip tartışmaları yaparken, sosyolojik verileri bir tarafa bırakarak kendi varsayımlarımız üzerinden konuşmak, çağdaşlığı değil bağnazca bir tutumu yansıtıyor sadece.