Ayşe Arman’dan İlginç itiraflar…
Zamane gençlerinin babalarından nasıl söz ettiklerini hatırlayınca Ayşe'nin soylu bir ruha sahip olduğunu öğrendik...
GAZETECİLER.COM - Bugün iki önemli şey öğrendik Ayşe Arman
hakkında…
İkisini de kendi yazısından
öğrendik hem de…
Birincisi, babasına “sen” değil,
“siz” diye hitap edermiş eski Türk filmlerinde olduğu
gibi…
Zamane gençlerinin babalarından
nasıl söz ettiklerini hatırlayınca Ayşe Arman'ın soylu bir ruha
sahip olduğunu öğrendik...
İkincisi ise çok acı: Babası;
Hayata, aşka, sekse, ilişkilere dair yazdığı şeyleri
onaylamıyormuş…
Üçüncü bir şey daha var ama Ayşe
Arman onu daha önce defalarca yazdığı için, “bilinmez” olarak
kabul etmedik…
Neyi mi?..
Ayşe
Arman'a, hayata,
aşka, sekse ve ilişkilere dair yazdığı şeylerden dolayı “hakaret”
mesajları geldiğini…
Peki o “hakaret” mesajları için ne
diyor Ayşe Arman?..
Lütfen okuyun o
halde…
Siz
onaylamasanız kaç yazar...
BÜTÜN bayram, babam da
benimle birlikteydi.
Sessiz ve
derinden.
Tuhaf!
Yaşarken onu bu kadar
düşünmüyordum, şimdi aklımdan çıkmıyor.
Sanırım, hesabı
kesilmemiş ilişkilerde özellikle böyle
oluyor.
Kafamda onunla
konuşuyorum, sohbet ediyorum, tartışıyorum, “Baba, sen ne dersin bu
konuda?” diyorum.
Babam öldü, fırsat bu
fırsat, ikinci çoğul şahısı, ikinci tekil şahıs
yaptım.
“Sen” diyorum
babama.
Aradaki mesafeyi
kaldırıp attım.
Yaşarken yakın
olamadım, aklımca “ölü”yken olmaya
uğraşıyorum!
Bir de kendimi sık sık
şöyle yakalıyorum: Sanki o, benim babam değilmiş de bir roman
kahramanıymış ve ben onun hayatını, bir biyografi okur gibi, en
başından sonuna kadar bölüm bölüm zihnimden
geçiriyorum.
Onu, insanlara uzak ve
mesafeli yapan koşulları, annesini, babasını, yetiştiği ortamı,
yatılı okul ve yurt dışı yıllarını, annemle ilişkisini, genç yaşta
baba olmasını, hayatın yükünü omuzlamasını, her geçen yıl biraz
daha suskun bir adama dönüşmesini, tekrar tekrar
düşünüyorum.
Babamı anlamaya
çalışıyorum.
*
Sevgilim ve kızım ne
kadar yakınsa, ben de bir zamanlar babamla
öyleydim.
Ne zaman,
nasıl koptuk?
Sevgilimin kızımızla
yakınlığı beni hem çok mutlu ediyor, hem de tuhaf bir şekilde içimi
acıtıyor.
Biz nerede hata
yaptıysak babamla, onlar hiç o hataya düşmesinler, hep böyle yakın
olsunlar istiyorum.
*
Kardeşim, geçenlerde
babamın arabasının torpido gözünde benim bir yazımı
bulmuş.
Birden heyecanlandım
acaba hangi yazım diye.
Kesip sakladığına
göre, önem mi vermiş ne?
CHP’ye dair
beceriksizce yazdığım bir şeyler çıkmasın
mı?
Acı acı
gülümsedim.
Babam, benim hayata,
aşka, sekse, ilişkilere dair yazdığım şeyleri
onaylamıyordu.
Eminim sıkıcı siyasi
yazılar yazmamı tercih ederdi.
Hayatta en ciddiye
aldığı insan tarafından onaylanmamış olmak, benim hayatımın ana
motifini oluşturuyor.
Yani arkadaşlar, her
gün sizlerden bir sürü hakaret maili
alıyorum.
Babam onaylamamış
beni, siz onaylamasanız kaç yazar!
Bu saatten sonra bana
koymaz.
Huzurlarınızdan
ayrılmadan önce, ölümle ilgili kafama meşgul eden bir iki şeyi
sizinle paylaşmak istiyorum.
1-
“Ölüm bizi ayırdı” diye bir şey yok, kimse kimseden ayrılmıyor.
Sevgiler de, hesaplaşmalar da, kırgınlıklar da sürüyor. Zannediyor
ki insanlar, öldü ve film bitti. Hayır, bu film hiç
bitmiyor.
2-
Ölümün zaman kavramı yok. Zaman, ölüme işlemiyor. Zaman,
kaybettiğin kişiyi unutturamıyor. O yüzden diyorlar ya, “Bilmek kaç
sene önce öldü, ama dün gibi.” Evet öyle, çünkü “water resistant”
saatler gibi, ölüm de “time resistant”, zaman geçirmiyor. Acı
hafifliyor diyorlar, bende o da olmadı. Acım hep orada, içimde
uykuya yatmış duruyor.
3- Ve
tuhaftır ölüler, sana eklemleniyor. Sevmedim bu fiili ama başka bir
şey bulamadım. Ölülerinle bütünleşiyorsun, senin ayrılmaz parçan
haline geliyorlar.
Evet, biliyorum
dünyanın en yeni şeylerini söylemiyorum ama işte içimden geldi
yazdım.
Kafama kakmayın, sizi
babama şikayet ederim!
*