Aydın Doğan'ın huzuru neden kaçtı?..
"Bu defa yapılacak vergi denetimi operasyonunda Aydın Doğan'a kaç milyar lira vergi cezası kesilecek?.."
ADNAN BERK OKAN
Aslında az sonra okuyacaklarınızı “Kaybetti” köşesinde okuyacaktınız…
Sonradan o kadar uzun oldu ki “gerekçeler”…
Analize dönüştü…
“Ziyan olmasın” diye düşündüm ve “analiz” köşesine taşıdım…
Bilahare bu analize dayanarak yine de günün kaybedeni olarak Aydın Doğan’ı seçeceğim…
Ama dedim ya…
Bu analize atıfta bulunarak yapacağım seçimimi…
O halde
başlıyorum:
Sokrat’ın niçin ölüme mahkum edildiğini hatırlıyor musunuz?..
Hatırlamayanlar için bir kere de ben yazayım şuraya:
“Kentin inandığı tanrılara inanmamak, yeni tanrılar icat etmek, gençleri yoldan çıkarmak…”
Türkiye’de medya patronluğu, medya yöneticiliği ve köşe yazarlığı (Bilhassa 2008 yılından sonra) Sokrat’ın ölüme mahkûm edildiği dönemi yaşıyor…
Suçlama tabii ki tanrı inançsızlığı veya yeni tanrı icat etmek değil…
Ama…
Ve meselâ...
Gençleri kışkırtmak(!) suçların en
büyüklerinden…
O nedenle Gezi Parkı Protestocularına destek verip de bir türlü cezalandırılmayan şirket kalmadı gibi…
Asıl ve her halükârda suç olan ise “Başbakan gibi düşünmemek, ona ters düşmek, düşündükleri ve söylediklerini eleştirmek”…
Cezası ölüm değil elbette…
- Kovulmak,
- Kamuoyunun gözleri önünde ve bir canlı yayında azarlanmak,
- vergi müfettişleriyle baskı altına alınmak v.s…
Bu yazının konusu işte bu gerçeklerden hareketle bir öngörüde bulunmak…
Bu arada
unutmadan...
Öngörüm çıkarsa mutlu olacağımı, keyif alacağımı ve zevkten
havalara uçacağımı sanmayın…
Aksine…
Basın özgürlüğü adına bir kez daha kahrolacağım…
Asıl mutluluğu ise öngörümde yanılırsam yaşayacağım…
O halde gerekçelerimi anlatayım…
Artık sadece biz Türkler değil...
Bütün dünya öğrendi ki:
Başbakan’ın sevdiği basın özgürlüğü sadece kendi
yandaşlarının, karşı mahalleye her türlü küfür ve hakareti edebilme
serbestliğidir…
Ey güzel
insanlar!..
Sadece demokrasi öncesi dönemde değil, demokrasi sonrası dönemde de siyasal iktidarlar ve başbakanlar gazeteci milletini pek sevmediler…
Erdoğan ise o haz etmeme
duygusunu "birkaç tık" daha ileri
taşıdı...
Ve bugün...
İşte o "bir tık ileri" hamlelerden birine daha,
bir Erdoğan klâsiğine tanıklık ettik…
Başbakan isim vermedi ama Hürriyet’in "Caart kaba taaş!" manşetini hatırlatıp; o manşetin cezasız kalmayacağının sinyalini verdi…
"Bunun altında boğulacaksınız" dedi...
"Boğulacaksınız" demek eşittir
"Ölmek"...
Bir başbakan, bir medya gurubuna "öleceksiniz"
diyorsa bir bildiği vardır...
Efendiiimmm...
"Öyle bir dehri zeman ki medyada...
Doğru habercilik boğulur deryada" diyeyim ve söze
gireyim...
Son olarak Kanal D ana haberi yayına
hazırlayan ekip, müthiş bir gazetecilik işine imza
attı...
Ve belli ki Aydın Doğan'a da sorulmadan (Doğrusu da odur) yayınlandı o haber...
Haberin ne olduğunu da sanırım biliyorsunuz...
Başbakan Erdoğan yaklaşık yedi aydır "şehir efsanesi" haline gelmiş bir iddiadan hareketle Gezi Parkı protestocularını yerin dibine batırıyordu...
O iddiaya göre;
Başbakan'ın da çok yakın arkadaşlarından biri olan Ak partili belediye başkanlarından birinin gelini Zehra Develioğlu ve bebeği Kabataş'ta gezi parkı protestocusu olduğu iddia edilen bir gurubun saldırısına uğramışlar, darp edilmişlerdi.
Gelin Hanım kendisini ve yavrusunu darp
edenlerin deri eldivenler taktıklarını söylemişti bazı gazetecilere
(Elif Çakır ve Balçiçek İlter... İsmet
Berkan ise "görüntüleri gördüm iğrençti" mealinde
tivitler attı...)
Hatta Amerikan filmlerinde görülebilecek
kılık ve kıyafette idiler…
Yine Zehra Hanım'ın iddiasına göre o garip kıyafetli insanlar bebeğiyle kendisinin üzerlerine işemişlerdi...
Başbakan işte o iddiaların görüntülerini incelemeden Gezicileri aşağılayıp durmuştu..
Her çıktığı kürsüde o saldırganları (Ve bir de Valide Camii’ne ayakkabı ile girilip bira içildiğini) anlatıyor, Gezi Parkı protestocularını yerden yere vuruyordu…
Önce...
Camide alkollü içki (Bira dahil) içildiği kanıtlanmadı…
Zira “alkollü içki içenler gördüm” dediği iddia olunan müezzin geçekten yalan söylemenin günah olduğuna inanan biri olduğu için “Ben alkollü içki içen birini görmedim” dedi…
Hemen sürgün yedi…
“Doğru söylediği için sürgün yiyen ilk müezzin” oldu büyük ihtimalle…
Derken…
Bu defa da Kanal D çıktı ortaya…
Yaptığı haberle ve yayınladığı görüntülerle Zehra Hanım'ın yalan söylediğini kanıtladı…
Hayır yani…
Gelin Hanım’ın yalan söylemesi mühim değildi…
Asıl fena olan, gelin Hanım’ın yalanıyla Başbakan da "yalan üzerine yorum yapan bir lider" konumuna düşürülmüştü…
Görüyor musunuz felâketi?..
Asıl felâket arkadan Aydın Doğan için geliyordu…
Çünkü…
Hürriyet o yalanı manşete taşıyıp "caarrttt kaba taaaaşşşş!" diye manşet attı...
Veeee....
Başbakan alışıldık öfkesiyle esti gürledi; "bu yapılanların hesabını vereceksiniz" dedi...
Şimdi...
Erdoğan'ın medya üzerinde
"Yandaşlaştırmak için baskı yöntemleri"
konusundaki ustalığını bilen çevreler hemen "Bekleme
Toto" oynanmaya başladılar...
Soru şu:
- Kanal D'nin haberi, Hürriyet'in manşetinden sonra yeni
bir vergi müfettişleri ordusu Doğan Medya Gurubunun
veya Holdingin bütün şirketlerini ne
zaman basacak?..
Cevap şıkları ise şöyle:
a) Üç gün içinde
b.) Üç hafta sonra
c.) Asla
d.) 30 Mart'tan en az on gün önce
e.) Öncelikle tarafsız olmaktan vazgeçmeleri için pazarlık
yapılacak, ikna odalarında başarı elde edilemezse baskın zamanı
tespit edilecek...
Ve
bir de tahminler soruluyor:
"Bu defa yapılacak vergi denetimi
operasyonunda Aydın Doğan'a kaç milyar lira vergi
cezası kesilecek?.."
Hâsılı...
Henüz ortada kaybedilmiş maddi bir servet yok...
Ama...
Sahibi olduğu televizyon ve gazetelerin "gazetecilik yapma
merakı" yüzünden Aydın Doğan’ın huzurunu
kaybettiği de bir gerçek...
Ey güzel insanlar!..
Ne güzel bir ülke ama değil mi?..
Hem ileri demokrasi…
Ama…
Hem de basın özgür değil…
Hem hukuk devleti…
Ama…
Hem de dünyada basın özgürlüğü sıralamasında 158…
Cezaevleri “gazeteci” dolu…
Başbakan’ın sevmediği ve işinden
kovdurduğu gazetecilerden en az üç tane ve çok okunan, güçlü gazete
çıkarılır…
Yani…
Aydın Doğan…
Tam da bir Medya Patronu gibi davrandığı;
ne televizyonlarının ve ne de gazetelerinin yayın yönetimlerine ve köşe yazarlarına karıştığı için...
Ve haliyle…
Hem televizyonlarında,
hem de gazetelerinde Başbakan'ın haz etmediği haberler, yorumlar yer aldığı için “Huzursuz”...
Ve işte o nedenle…
Yani gazete ve televizyonlarını yönetenlerin işlerine karışıp; “yahu kardeşim bırakın muhterem başbakanımıza muhalefet etmeyi de biraz da yağ çekin” demediği için…
Ne zaman ve nasıl cezalandırılacağını beklerken günün her saatinde “Huzurum kalmadı, fani dünyada” arabeskini söylüyor…
adnanberkokan@gmail.com