Aydın Doğan çökerken...

Yanında çalıştırdığı profesyonellerin, hem siyasal iktidarları hem de bürokrasiyi “küçük gördüğünü”, onları “aşağıladıklarını” fark edemedi…

ADNAN BERK OKAN - Sadece Birleşik Devletlerin değil bütün dünyanın en zengin ailelerinden birinin en büyüğü John D. Rockefeller şöyle demişti:

“İnsanlarla ilişki kurma yeteneği de kahve ya da şeker kadar satın alınabilir bir şeydir. Ben bu yeteneğe, güneşin altındaki her şeyden daha fazla para veririm”.

Elbette bu özlü sözü “laf olsun” diye almadım buraya…

Açmaya çalışacağım…

Küresel olma sevdasındaki şirketler, KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsü) gibidirler… Büyüdükçe, sahibi olan işadamının ya da ailenin kontrolünden çıkar, profesyonellerin eline geçerler…

Büyüdükçe, hareket yeteneğini yitirirler…

Ve artık o profesyonellerin namusuna kalmıştır gelecekleri…

İyi hatırlayın…

Gelişmiş dünya ülkelerinde bankalar, yüzlerce yıllık geçmişi olan ailelere aittir…

Türkiye’nin yeni dönem en büyük bankaları ise ya eski banka genel müdürleri tarafından kurulmuştur, ya da siyasal iktidarlarla iyi(!) ilişkiler kuran; siyasilere “aabiciğim” demeyi bilen, bürokratlara “çok mühim adam” gazı veren eskinin köylü esnafı tarafından…

Şimdi, ilk başlarda mütevazı bir taşralı iken sonradan her aynaya bakışında bir “İmparator” gören Aydın Doğan’a geleyim…

Sadece Milliyet’i ve bir de otomobil satan şirketleri yönetirken her şeyle kendi ilgilenebiliyordu…

Banka (hem de iki tane birden) sahibi olmasıyla birlikte daha da büyümeye başladı…

O, daha da büyümeye başladığı süreç aslında, çöküşün başladığı süreçti…

Tıpkı Osmanlı’nın çöküş sürecinin de “en parlak dönemi” kabul edilen Kanuni Sultan Süleyman’la başlaması gibi…

Aydın Doğan bunu göremedi…

Görememekle kalmadı…

Büyüdükçe; amatör ruhlu profesyonellerin yerine, kendilerini ağırdan satan, köylülükten gelme yeni yetme zenginlerin şımarttığı çok kötü (bürokrasiden gelme) profesyonellerle çalışmaya başladı bu kez de…

Ve kendi ihtirası ile giderek daha da büyüyen ve en güçlü müşterisi devlet olan işler yapmaya girişti…

Kendisini, siyasal iradeye “tutsak” hale getirdi…

Bu arada…

Yanında çalıştırdığı profesyonellerin, hem siyasal iktidarları hem de bürokrasiyi “küçük gördüğünü”, onları “aşağıladıklarını” fark edemedi…

 Profesyonel yöneticileri, köşe yazarları hem siyasi irade ile ve hem de bürokrasi ile “kavga” etmeyi “erdemlilik” sanıyorlardı…

Yani…

Dünyanın en zor zengin olmuş ama en kolay ayakta kalmayı becerebilmiş işadamının; “İnsanlarla ilişki kurma yeteneği de kahve ya da şeker kadar satın alınabilir bir şeydir. Ben bu yeteneğe, güneşin altındaki her şeyden daha fazla para veririm” sözünü belli ki hiç duymamış ya da birileri ona bunu hatırlatmamıştı…

Ve bir de; insan kişiliğinin en bütünleyici özelliklerinden birinin “sevgi” ve “saygı”ya duyduğu açılık olduğunu… her insanın yüreğinde “değerli olduğunun hissetirilmesi, itibar görme arzusunun yattığını” bilemediler…

Gerek Aydın Doğan, gerekse de profesyonelleri ve köşe yazarları, “küçük, büyük bütün dağları; çukurları, tepeleri, gölleri, denizleri ben yarattım” diye haykırdılar; kendilerinden başka herkesi “küçük, küçücük, sinek gibi” gördüler…

Aydın Bey şimdi işte o hatalarının acısını çekiyor… 

Milyarlarca dolarlık “ihtiyati haciz”le köşeye sıkıştırılmasının sebebi, o yanlış tercihleridir…

adnanberkokan@gmail.com