'Atatürk diktatör değilse nedir?'

"Bir adam bir ülkeyi, ‘tek adam, tek parti’ yöntemiyle yönetiyorsa, o adamın siyaset bilimindeki tarifi nedir?"

GAZETECİLER.COM - Hasan Cemal, Milliyet'teki köşesinde, son günlerde Ahmet Altan'ın yazısı ile yeniden gündeme gelen "Atatürk diktatör müydü?" sorusunu yine Ahmet Altan'ın sözleriyle yanıtladı. Ancak yazısının hedefindeki isim Atatürk değil, Atatürk'e dikatördü diyenlere dava açan savcılar vardı.

İşte Hasan Cemal'in köşesinden "1920'leri, 1930'ları, Cumhuriyet'in kuruluşunu, Atatürk'ü tarih içindeki, siyaset bilimi içindeki yerine 80 yıl, 90 yıl sonra bile oturtmaktan korkan bir ülkede doğru dürüst demokrasi, hukuk ve özgürlük olmaz." dediği o yazısından çarpıcı bir bölüm:


"Atatürk'e diktatör demenin suç sayıldığı bir ülkede 'ifade özgürlüğü'nden söz edilebilir mi?

İfade özgürlüğü olmadan demokrasi olur mu?

Birinci sınıf demokrasi olur mu?

'Tek adam'lı, 'tek parti'li bir rejimin en tepesindeki yönetici için hangi sıfat uygundur?

Ahmet Altan diktatör diyor.

Savcı da iddianameyi yazıyor:

"Diyemezsin, Atatürk'e hakarettir bu."

Ahmet Altan da soruyor savcıya:

"Atatürk diktatör değilse nedir?"

Böylesine iddianamelerin yazıldığı, böyle davaların açıldığı bir ülkede hukuktan, hukukun üstünlüğünden söz edilebilir mi?

Bu ülkede hâlâ hapiste kaç gazetecinin yattığı, hapisteki kaç gazetecinin sarı basın kartlı olduğu tartışılıyor iktidar odaklarıyla.

Mesele sayı değil ki.

Atatürk'e diktatör dediği için tek bir kişi bile hapse atılsa, tek bir yazar dahi hapiste olsa, o ülkede ifade özgürlüğünden, birinci sınıf demokrasiden, hukukun üstünlüğünden söz edilemez.

Bu ülkenin 'hukuk'la sorunu var.

Elbette yeni değil bu hukuk sorunu.

İttihat Terakki'den, Cumhuriyet'in kuruluşundan, Atatürk'ün hukukundan beri öyle.

Bu 'hukuk sorunu'nu çözmeden, yargı düzenini birinci sınıf hale getirmeden, hakim ve savcılarımızın zihniyet çıtasını 'demokrasi kültürü'yle uyumlu kılmadan Türkiye'de barış ve huzurun eski deyişle tesisi uzak ihtimaldir.

Bu pencereden Büşra Ersanlı'nın da, Ragıp Zarakolu'nun da yargılandıkları 'KCK iddianameleri'nden sonuncusuna şöyle bir göz atın.

Böyle bir iddianameyle hukuk bağdaşabilir mi?

Böyle bir iddianameye damgasını vuran zihniyetle ifade özgürlüğü genişleyebilir mi? Veyahut Kürt sorununda barışın ya da dağdan inişin yolu böyle açılabilir mi ?

Hâlâ 1920'leri, 1930'ları, Cumhuriyet'in kuruluşunu, Atatürk'ü tarih içindeki, siyaset bilimi içindeki yerine 80 yıl, 90 yıl sonra bile oturtmaktan korkan bir ülkede doğru dürüst demokrasi, hukuk ve özgürlük olmaz.

'Tutsak akıl'ları özgürleştirmeden, 'gerçek korkusu'nu tarihin çöp tenekesine atabilecek cesareti göstermeden, bu ülkede demokrasi ve hukukun önü açılamaz.

Hayal kurmayın.