'Aşk Yüzyılı bitti' ve Nuran Yıldız
“Nasıl çok para kazanabilirsiniz?.. Nasıl çok zengin olursunuz?.. Başarı merdivenlerini nasıl aceleyle tırmanırsınız?”
ADNAN BERK OKAN
Bugün size çok başarılı bir iletişim akademisyenimizden, Doç. Nuran Yıldız’dan ve (Şimdilik.) son kitabı “Aşk Yüzyılı bitti. Aşk’ta, İş’te, Siyaset’te Yeni Zamanlar”dan söz edeceğim…
Yarın da içimizden birinin, bir gazetecinin, bir köşe yazarının, bir TV tartışmacısının; Can Ataklı’nın siyaset ve siyasetçilerle dansını anlatacağım…
Ey güzel insanlar!..
“Aşk Yüzyılı bitti. Aşk’ta, İş’te, Siyaset’te Yeni Zamanlar” sıradan bir “Kişisel Gelişim Kitabı” değil…
“Nasıl çok para kazanabilirsiniz?.. Nasıl çok zengin olursunuz?.. Başarı merdivenlerini nasıl aceleyle tırmanırsınız?” gibi absürt konular yok Yıldız’ın kitabında…
Ama…
“Değişim” isimli acımasız sürecin gerçekçiliği var…
Öyle ki; ekonomiden siyasete, medyadan, aşka kadar her konuda…
Ve elbette üretimden, tüketime…
“Üret ve sat” ekonomisinden “Al
ve (Parasını) ver” ekonomisine kadar
hemen bütün konularda…
Ama kitabın beni en çok etkileyen yanı (Belki de işim gereği.); insanların ve kurumların birbirleriyle kuramadıkları iletişimin bütün insanlığa nasıl felâketler getirdiği ya da getireceği…
Kitapta öyle bölümler var ki; birbirimizi bir türlü anlayamayışımızın temelinde yatan büyük eksikliğin iletişim olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz…
Refaha giden yol kısaldıkça mutluluğa giden yol aksine uzuyorsa; bunun temelinde (Bence) mutlaka iletişim kopukluğu olması gerekmez mi?..
Hani var ya iktidarı muhalefete, muhalefeti iktidara düşman eden kopukluk…
İşte o…
Hani var ya Taksim Gezi Parkı’nda bir yandan eğlenirken diğer yandan en masum isteklerini “en sessiz çığlıklarla” duyuran gençlerle, onları anlamak yerine “anlamış gibi yapan” ama hiçbir şey anlamayan politikacıların arasında bir türlü çekilemeyen ”Duygu hattı”…
İşte o…
Yıldız, kitabında bilgilendirirken uyarıyor…
Uyarırken bilgi sahibi yapıyor…
Yeni bilgilerle yeni fikirlere yelken açtırıyor…
Yeni yelkenlerle eski bilgileri savurup yok
ediyor…
Kitapta o konu yok ama Hüseyin Çelik’in Gözde Kansu’yu, Kansu’nun da Çelik’i; üçüncü kişilerin ise ikisini de anlamasına mani olan noksanlığın neler olduğunu fark ediyorsunuz kitabı okurken…
Gözde Kansu’yu savunmak adına Hüseyin Çelik’in asıl maksadını öğrenmek ihtiyacını hissetmeyenlerle, Hüseyin Çelik’i korumak adına Gözde Kansu ve onu korumak isteyenler arasındaki kopukluğun sebebinin “İletişimsizlik” olduğunu net bir şekilde görüyorsunuz…
Yani…
Tam da Nuran Yıldız’ın kitabının bir yerinde
dediği gibi…
(Ne yazık ki…) "Anlar gibi yapmanın, anlamaktan daha kolay” olduğu gerçeğinin farkına varıyorsunuz…
Hatta…
Belki bu fahiş hataya kendinizin de defalarca düştüğünüzü fark edip kahroluyorsunuz…
Evet…
Aynen öyle diyor Yıldız, kitabının bir yerinde:
"Anlar gibi yapmak, anlamaktan daha kolaydır”…
Yıldız haklı...
Ama...
Keşke öyle olmasa...
Keşke anlar gibi yapmak yerine anlasa insanlar...
Tamam, ama olmuyor işte…
Neden olmuyor?..
İletişim yok da ondan olmuyor…
Anlamak için iletişim kurmak lâzım…
İletişim kurmak için ise ilgi duymak, empati yapmak, anlamayı istemek şart…
Yine Yıldız'ın dikkat çektiği gibi keşke balıktan farkı olsa insanların...
Keşke içinde bulunduğu suyu (ortamı, insanları, ülkeyi, dünyayı, şartları) fark etse, edebilse...
Yani...
Anlayıp içinde bulunduğu şartları veya konumu sorgulasa...
Bir kere daha yani…
İnsanoğlu ya da insankızı; balıktan farklı olduğunu anlayamayınca içinde bulunduğu durumu da anlayamıyor...
Anlayamadığı için sorgulayamıyor!..
Sorgulayamadığı için çözüm aramıyor...
Çözüm aramayınca çözüm de üretemiyor...
Sorunlarıyla (ya da hastalıklarıyla) birlikte yaşamını sürdürüyor...
"Oysa anlamak baş edebilmenin ilk koşulu değil midir?" diye soruyor Nuran Yıldız...
Da...
Anlayan nerede Hocam?..
Anlayan nerede?..
"Anlayanı, anlayabileni" Kim kaybetmiş ki siz bulacaksınız?..
Nuran Yıldız'ın "zihin" için söylediğini ben beyin ve hatta kalp için de söyleyebilirim:
Her ikisi de (Beyin ve kalp.) deniz kenarındaki kum gibi...
Küçük ya da büyük bir dalga, "anlama yeteneği veya arzusu" isimli kumları alıp gidiyor...
Gidince haliyle iletişim hatları kopuyor…
Örnekler öylesine
somut ki...
Nuran Yıldız, Başbakan ve bazı dünya siyaset insanlarından somut örnekler veriyor…
Meselâ; Başbakan Erdoğan’ın bir yıl önce savunduğu bir fikrin, bir görüşün, bir yıl sonra tam da aksini savunduğunu hatırlatıyor örnekleriyle…
İyi de Hoca'm; başka ne bekliyorsunuz ki bir siyasetçiden?..
Anlamaktansa anlar gibi yapmayı tercih edenlerin toplumun neredeyse % 90'ını oluşturduğu bir ülkede Erdoğan “doğru" olanı yapıyor...
Daha önce söylediklerinin anlaşılmadığını ve o anda söyleyeceklerinin de anlaşılmayacağını biliyor...
Çünkü...
Gelmiş geçmiş politikacılar içinde halkını ondan daha iyi tanıyanı
(Mustafa Kemal dâhil) yok...
Kendisiyle yarışabilecek ama yine de onu geçemeyecek tek rakibi ise % 55 oyla başbakan olan tek siyasetçi ve "dün dündür, bugün bugündür" özdeyişinin mucidi olmasına rağmen Süleyman Demirel...
O da emekli artık...
Ne diyordu
Nuran Yıldız?..
Tekraren:
"Anlar gibi yapmak, anlamaktan daha kolaydır"
Başbakan ve yakın çalışma arkadaşları da "anlamak" yerine "anlar gibi yapmayı" tercih etmediler mi?..
Taksim Gezi'de "olay" bile diyemeyeceğimiz sevimli ve masum protesto eğlencelerini anlamış gibi yapmak yerine anlasaydılar, bugün 1 Dolar 1.80 ile 1.82 TL arasında dolanacaktı...
Bugün kaç?..
1.99 ile 2.04 arasında dalgalanıp duruyor...
Oysa gençlerin istedikleri çok sıradan ve tabii şeylerdi…
Ve…
Yapılabilmeleri değişen dünyanın gereğiydi...
Gezi Park'taki ağaçların kesilmesini istemiyorlardı...
Başka?..
Ağaçların kesilip yerine Topçu Kışlası'nın yeniden yapılmasına karşıydılar...
Başka?..
Aynı parka yapılacak AVM'ye de itirazları vardı...
Başka?..
O an için başka bir şey istemiyorlardı...
Ama...
Başbakan ve yakın çalışma arkadaşları o masum talepleri anlamak için o gençlerle “iletişim kurmak” yerine “anlamış gibi” yapıp bir de üstüne üstlük, inatlaşınca ve "ille de o kışlayı, AVM’yi yapacağız" diye dayatınca gençlerin talepleri de artmaya başladı...
"Yatak odamıza girme" dediler en az üç çocuk yapmalarını emreden Başbakan'a...
"Hayat tarzımıza karışma!" diye haykırmaya başladılar...
"Bizleri ciddiye al!" dediler...
Hiçbiri olmayınca...
O gençleri anlamak yerine anlar gibi bile yapamayan birkaç polis sabahın köründe ellerinde biber gazı kapsülü fırlatan aygıtlar ve tazyikli hortumları ile parka girip bir de çadırları sökmeye başlayınca; olan oldu...
Masum talepleri, sevimli protestoları; illegal,
vandal, fırsat kollayan anarşist guruplar
tarafından istismar edildi...
Bütün dünya âleme rezil rüsva olduk...
"Despot, demokrasiden nasibini almamış, en masum bir protestoyu bile hazmedemeyen siyasal iktidar tarafından yönetilen" bir ülke konumuna düşürüldük...
Nuran Yıldız bir kez daha haklı çıktı yani...
Anlamak yerine işin kolayını seçip "anlamış gibi" yapanlar yüzünden milletçe kaybettik...
İşin ilginci de ne biliyor musunuz?..
Başbakan hem ağaçları kesmekten, hem Topçu Kışlası'nı yeniden inşa etmekten ve hem de Park'a AVM dikmekten vazgeçtiğini açıkladı...
Yani...
Erdoğan daha en başında anlar gibi yapacağına o gençleri anlasaydı…
Anlamak için “iletişim” kursaydı…
İlk gün Park’a gidip o gençlerle sohbet etse ve hatta (Biliyorsa eğer.) satranç veya tavla oynasaydı…
O fetret devri yaşanmayacak, ekonomide rakamlar alıp başını gitmeyecekti...
Ve daha neler neler anlatıyor kitabında…
Meselâ…
"Siyaset, iş ve aşk dünyasındaki tüm olup bitenler alma ve verme eylemi etrafında anlamlandırılabilir" diyor...
Mevcut sistemin bir tarafa "üret ve sat" komutunu verirken diğer tarafa ise "al ve (Parasını.) ver" diye emrettiğine dikkat çekiyor...
Yani…
Bize, gerçek bizleri anlatıyor; çok az eksiğimizle…
Yok efendim...
Kızmak, gücenmek, darılmak, incinmek, kırılmak yok…
Apaçık gerçekleri anlatana küsmek de neyin nesi?..
Daha önce de Gezi Parkı protestolarını Başbakan’a gerçek anlamıyla açıklayamayan danışmanlar için anlattığım bir anekdot vardı hatırlayacaksınız…
Kısaca…
Abbasi Halifesi Memun’a “senin ağzın kokuyor sultanım” diyen cariyesini hatırlayın…
Sultan baştan kızmıştı ama muayene olduğunda ağzının koktuğu anlaşılmıştı…
Ve şöyle demişti Memun, cariyeye:
“İyi ki ağzımın koktuğunu söyledin… Sen de yakın çevremdekiler gibi benden korkup ağzımın koktuğunu söylemeseydin ben bu hastalıkla ömrümün sonuna kadar yaşayıp gidecektim. Sen söyleyince tedavi oldum ve o illetten kurtuldum”…
Ey güzel danışmanlar!..
Ey Erdoğan’ın can dostları!…
Başbakan’ı gerçekten seviyor, başarılı olmasını istiyorsanız, onun yaptığı hataları söylemekten korkmayınız…
Ve…
Ey sevgili Nuran Yıldız!..
Yaz…
Daha çok yaz…
Bıkmadan yaz…
Usanmadan yaz…
Yaz ki bilmeyen bilsin, duymayan duysun; cümle âlem önermelerine uysun…
Uysun ki kıralım şu iletişimsizlik zincirlerini; yıkalım şu anlamış gibi yapanların putlarını…
adnanberkokan@gmail.com