Âşık olmadıysanız, hiç yaşamamışsınız...

Hasan Cemal'in bir siyasi makaleyi ancak bitirebildiği süreçte ben sekiz siyasi makale yazar, iki pantolon, üç de gömlek dikebilirim...

ADNAN BERK OKAN

Bu kez "ciddi" bir haftasonu yazısı yazmak geldi içimden...
Biliyorsunuz...
Hafta sonları büyük yazarlarımız (Ertuğrul'un başlattığı gelenek) "hafif" konularda yazarlar...
"Hafiflik" ve "ciddiyet" izafidir bildiğiniz gibi...
1.85 boyundaki Uğur Dündar için "hafif" olan bir yük, benim gibi Mustafa Kemal boylulara göre "ağır" gelebilir...
Ciddiyet de öyle bir şey...

Meselâ benim için "siyaset" yazmak çok "hafif" bir konudur çünkü "beş dakikada Beşiktaş" yapabilirim...
Hasan Cemal'in bir siyasi makaleyi ancak bitirebildiği süreçte ben sekiz siyasi makale yazar, iki pantolon, üç de gömlek dikebilirim...

Amaaaa...
Eğer "Aşk" yazacaksam...
Eğer, "Sevgi"yi anlatmaya çabalayacaksam...
Çok yoğun yaşadığım halde tarifi yapılamaz, değeri ölçülemez bu duyguları anlatmakta çok zorlanırım...
Çünkü...
Benim için "Aşk", benim için "Sevgi" çok ciddi konulardır...
Bu iki duyguyu yaşamak, geliştirmek, sağlığını ve kalitesini korumak çok "Emek" ister...
Çiçek gibi; ne kadar özen gösterir, suyunu ne denli düzenli verirseniz, o da sizin için o kadar güzel açar...
O kadar güzel kokar...

Ve...
"Aşk" ile "Sevgi" çok yüksek bedel ödenen duygulardır...
Yok canımmm...
Ne parası?..
Öyle, genç bir futbolcunun ayaklarıyla kazandığını tenasül uzvuyla harcaması gibi bir şey değildir bu bedel...

Ancak...
Şunu da unutmayın...
Eğer sevmezseniz...
Eğer olamazsanız âşık birine...
Bedel ödemeniz iner daha da derine...

Âşık olmayan, sevmeyen, sevemeyen, sevilmeyen birinin hayattan zevk alabileceğini düşünemiyorum bile...
Bir saniyelik parmak ucu dokunuşu, saatlerce süren duhul haldeki sesksten daha fazla heyecan, daha fazla keyif vermiyorsa eğer, ortada "Aşk" da "Sevgi" de yok demektir...
Ya ne vardır?..
Hayvanî duyguların itiş kakışı...

Ben sevgilimi lisenin bahçesinde, teneffüslerde arkasından yürürken ve ona şarkılar söyleyerek ikna ettim, benimle çıkması için...
Bir süre sonra, "o kadar güzel şarkılar söylüyordun ki karşı koyamadım" dediğinde o henüz 15 ben ise 17 yaşımdaydım...

Ve...
43 yıldır beraberiz...
Hiç küsmeden...
Hiç kırılmadan...
İncinmeden, incitmeden...
Ve belki inanmayacaksınız ama doğru söz yemin gerektirmez; "hiç kavga etmeden"...

Ve halen arabasının kapısını açar, geçip oturmasını beklerim...
Ve halen otomobil kullanacaksa -ki son yıllarda hep O kullanır - yine açarım kapısını ve geçip oturmasını beklerim...
Ve halen sandalyesini tutarım (Evde de)...
Ve halen, eğer benden sonra gelmişse masaya, onu ayakta karşılarım (Evde de)...
Ve liseli yıllarımızın kaçamak yeri, dev gövdeli, şemsiye dallı o ceviz ağacını her yıl en az bir kez (eğer daha fazla gitmişsek gittiğimiz her seferinde) ziyaret ederiz...
Ona vefasızlık edeceğiz, onu unutacağız diye korkarız...

Ben yine Erol Büyükburç'un, "Gülle bülbül misali, düştü gönlüm yoluna, gözlerimden hayalinin geçmediği gün olmaz" şarkısını söylerim bağıra, çağıra ve elbette sesimin izin verdiği ölçülerde...
Yine, Johnny Holliday'in Monfils'inin Türkçe sözlü olanını yorumlarım...
"Neden yağmurlar yağar
her son bahar gelişinde?

Niçin gözlerim parlar
yüzünü her görüşümde?

Çünkü sevdim ben seni,
Bir yağmurlu bahar gününde
Çünkü sevdim ben seni;
Sevimli bir bahar gününde..."
Ve...
"Geçsin günler haftalar; aylar, mevsimler, yıllar...
Zaman sanki bir rüzgâr ve bir su gibi aksın...
Sen...
Gözlerimde bir renk,
kulaklarımda bir ses,
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın" derim; Behiç Koryürek'in sözlerini, Erol Sayan'ın notalara döktüğü Rast makamında...
Ve
Cem Karaca'nın o güzelim şiirinden Nil Burak Hanımefendi'nin bestelediği muhteşem eserin ille de şu sözleri ikimizi de daha çok yaklaştırır birbirimize:
"Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar
Hiçbir şeyi özlemedim seni özlediğim kadar
Sen de başını alıp gitme ne olur?..
Ne olur tut ellerimi…"

Eğer hayatta en azlan şeyinizin "O" değil de "daha başka şeyler" olduğunu düşünenlerdenseniz, siz zaten hiş yaşamamışsınız ki...

adnanberkokan@gmail.com