Alkışlar Leyla İpekçi için...
Leyla İpekçi'nin bugün Yeni Şafak'ta yayınlanan yazısını okuyun, Siz de hak vereceksiniz alkışlarıma...
Hiç ama hiç; hatta tek kelime bile yorum
yapamadan alkışlıyorum Leyla İpekçi’yi…
Bugünkü Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısının tamamı aşağıda…
Sanırım hak vereceksiniz alkışlarıma…
ASLINA DÖNME SAVAŞI!
Yeni sezon işgal ve savaşla, dış çatışmalarla, iç çekişmelerle geliyor yine. Ne kadar hazırlıklıyız bu müfredata derseniz, darbe ve küresel işgal girişimleri, terör saldırıları, hendek savaşları vesaire ile epey idmanlı olduğumuz muhakkak.
Yine şiir yazamayacağız, sanat konuşamayacağız, yine bütün gündem siyasi polemikler, hudut savaşları vesaire diyenler için bir önerme olsun bu yazı. Zira asıl savaş, kendi nefsimize karşı verdiğimiz mücadele. İnsan olma uğraşı. Ve bu uğurda gerçeğini bilme, ona kavuşma / şuurlanma operasyonu.
Bu sebeple şiirimizi, şarkımızı seslendirmeye nefsimizle, aklımızla, kalbimizle, ruhumuzla sırrımızla söyleşmeye devam edeceğiz. Acizane. Asıl politik olan budur diyerek. Sanata kültüre yukarıdan aşağıdan sağdan soldan velhasıl her cihetten bakmaya devam edeceğiz bu sezon da.
Şimdi solgun yapraklar dalından kopup uçuşuyor havada, düşeceği toprağa odaklı. Bize gereken ise taze yaprak. Aşk. Şiir. Tevhid. Gerçek. Benliksiz ben. Kalp. Bütün bunlar... Nurun yeri ve gökleri kapladığının şuuru. Bir idrak. Çünkü yaprak tazeyken sarılıyor!
***
Yola çıktık evet. Yol uzun. Yolcular öfkeli. Kimi şehvetten kimi gazaptan kimi şundan bundan mustarip. Sarılamadan sararıp soluyor yaprağımız. Hayat bütün tortularıyla, bütün çamuru çıbanıyla temizlemeye çalıştığımız kalbi lekelemeye, kirine kir, pasına pas katmaya devam ediyor.
Uyanık ve gerçek olabilmenin yolu aşktan geçiyor. Ne aşkı bu? Hakkıyla iş yapmanın, yaptığını hak için yapmanın şuuru. Başkasını kınayana dek kendi işine bakmanın aciliyetini fark edecek bir şuur. Berrak niyet.
Bir yanda 15 Temmuzu hazırlayan sapkın din anlayışları, bir yanda canlı bomba eli kanlı teröristler, şekilcilikten ibaret dini yapılanmalar. Bir de Anadolu irfanının tohumu olan kamil insan. Her yan onun nefesiyle dolu.
Ki medeniyetimizin beşiği! Sevmeye, gönlü genişletmeye, sınırları kaldırmaya, iki kanatla uçmaya bir çağrı! Bu daveti kültürel aktarımlardan ibaret sempozyumlarda, slogancı analizlerle bezeli panellerde, seminerlerde alamıyoruz.
Bu davet gönülden gönle, sözsüz kelamla ulaşıyor.
Aşkın dili, insanlığın her alfabesinde yeni terkiplerle ezeli / ebedi bir manayı topluyor kendinde.
Vermeyen kavuşamaz. Senin sandığın ne varsa hiçbir şeyin sende olmadığını anlamaktan ibaret, aslına dönme yolculuğu. Benliksiz ben’ine ulaşmaktan başka bir çaren yok aşksızlığa mahkum olmamak için.
Çünkü tekrar yok!
İşte tevhid dinini tarihe kilitleyen düşünürlerin, aşkı sosyolojik kavramlarla açımlamaya çalışanların, felsefi derinliklerin neyi perdelediğini göremeyen dalgıçların, gerçeği kendi benliğine kilitleyen psikolojiye taparların, küresel çatıştırma uzmanlarının, Ortadoğu masa şeflerinin, kişisel gelişimcilerin, hermetiklerin, şifacıların, kehanetçilerin, guruların, manevi önderlerin çözemediği denklem.
Gönül Kabesi’ni fethedemeden, Medine’yi / nurlanmış şehri inşa edemeden medeniyet panelleri neye yarar!
***
Ve bir kez daha küresel aktörlerin, vahşi tüketicilerin, sen ben davası güderek kitleleri sömürenlerin, çatıştıranların hiç yaklaşamadığı gerçek: Sevmek odur ki, ben sen olur. Ve sen olursan, döktüğün kan kendi kanındır.
Savaşlar, sevmek için çıkıyor. Hepi topu aslına dönme savaşıdır bu.
Sevenler yurdu burası. Her adımda nefesi daimi zikir olmuş maşukun yurdu. Erzurumlu İbrahim Hakkı’ların, İznikli Eşrefoğlu Rumi’lerin, Elmalılı Sinan Ümmî’lerin, Marmaravî’lerin, Akhisarî’lerin, Erzincanî’lerin, Sivasî’lerin, Konevî’lerin, Kemalî’lerin yurdu.
Onlar tarihte kalmadı. Elan içimizde, aramızda. Sevebildikçe, belaya belî dedikçe derinleştiğimiz katmanlarımızda. Dürülüp bükülerek ayetlere dönüşmüş mânâmızda.
Kanı göğsüne dökerken neye şahit olduğunun şuuruyla can veriyor her aşık. Her canda canan gizli. Sevdikçe uyanıyor, diriliyor, bütün azalarını diriltiyor. Gönül imam oluyor diline, eline, gözüne, ayağına, velhasıl bütün cemaatine.
***
Evet yeni sezon yeni stratejik direniş, siyasi ittifak arayışlarıyla geldi. Osman Kemalî hazretlerinin İrfan Sızıntıları’na dönüştü sevenlerin gerçeğinde. Bütün yaz beklediğim kitabı çıktığı ilk gün, yayınevimden ( H yayınları / yayına hazırlayan Mustafa Tatcı) almaya gittiğimde fark ettim.
Evet asıl savaşım bu. Sevmek.
Benliğini yıkacağına pazarları, mabetleri, kumsalları, masum bedenleri patlatıyorsun sevemedikçe. Mermiyle, salkım bombasıyla, insansız hava araçlarıyla, F 16’larla katledilemeyen gerçek; yine sevenlerin sırrında gizli işte.
Bu sezon da ısrarla aşıkların şiirini işitmeye çalışacağım. Aslına dönme yolculuğunda, asıl direnişim bu. Ah Osman Kemali! Bitimsiz aşk taaruzudur bu. Canlı bombaların yok edemediği!
***
“Beşinci makamda insaniyet zâhir oldu. Bu makamdan garaz, insan-ı kamildir... Durup dururken fikrimize ilim, sanat ve emsali gibi bir çok şeyler geliyor. Dimağdan desek, o nereden geliyor. İşte o makam yokluk / gayb alemidir. Fikirlerimize gelen şey ine ine kalbe geliyor. Kelâmsa lisânla, sanatsa elle, velhasıl her biri bir vasıta ile açığa çıkıyor.
Ey insanoğlu! Bu makamda kalem sensin! Kalemle nice harfler ve kelimeler zâhir olduğu gibi seninle de nice sıfatlar, hikmetler, keşifler, ihtiraslar zâhir oluyor. İşte kalemde asıl olan Muhammadî vücuddur ki, bütün varlığımızla ona salât u selam ederiz. Eğer o kalem olmasaydı amâ alemindeki mevcud hikmetlerin sırrı bâtında kalır giderdi. İşte Muhammedî kalem sayesindedir ki bütün akıl ve his vasıtasıyla lafız ve kelimeler ortaya çıkar....”
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ediyorlar. Ey iman edenler. Siz de salât edin, selâm edin.” (Azhab / 56)