Alkışlar Ahmet Hakan için...

Ahmet Hakan bu sitede en çok kaybettirilen ve hatta eleştirilenlerin önde gideni… Ama… Bu defa alkışlayacağız Onu…

Maria Magdelana “Günahkâr” olduğu iddiasıyla taşlanılacakken İsa araya girer…

İlk taşı” der, “günahkâr olmayanınız atsın”…

Ve…

Ellerdeki taşlar usulca yere bırakılır…

Evet…

Ahmet Hakan bu sitede en çok kaybettirilen ve hatta eleştirilenlerin önde gideni…

Ama…

Bu defa alkışlayacağız Onu…

Çünkü…

Elindeki taşı üretilmiş günahkârlara atmaktan ilk vazgeçen…

Benim de günahlarım var” diyen O…

Ve tabii ki alkışı hak eden de O…

Şimdi sıra; yıllarca “Fethullah Hocaefendi iyi ki var” diye övgü düzerken, 17/25 Aralık 2013’ten sonra “Darbeci FETÖ” diye (Haklı olarak.) ortalığı ayağa kaldıranların da Ahmet Hakan gibi ellerindeki taşı yere atıp, “bizim de günahlarımız çok” demeleri şart…

Alkışı hak eden yazısı (İtirafı.) aşağıda…

Ahmet Hakan

26.09.2016 / Pazartesi / Hürriyet

17/25 ARALIK'LA İLGİLİ DÜRÜSTÇE BİR HESAPLAŞMA

17/25 Aralık'ta yolsuzluk operasyonları yapıldığı zaman...

Ben çıktım...

Bu bal gibi de bir yolsuzluk operasyonudur, böyle darbe olmaz” dedim.

*

Bugünse...

Çıkmış...

Görünürdeki amaç yolsuzluk olsa da 17/25 Aralık bal gibi darbe girişimiydi” diyorum.

*

Dün “öyle” dediğime, bugün “böyle” diyorum yani.

*

Peki ama neden?

Anlatayım:

*

Herkes gibi ben de 17/25 Aralık’ı Fetullahçı savcı ve polislerin yaptığından emindim.

Ama buna rağmen...

Operasyonu meşru ve hukuki buluyordum.

*

Çünkü şöyle düşünüyordum:

Evet, 17/25 Aralık’a imza atan savcı ve polisler, Fetullah’a bağlı savcı ve polislerdir. Ama bu savcı ve polislerin Fetullahçı oldukları herkesin bildiği bir şeydi.

Bu savcı ve polisler, 17/25 Aralık’a kadar sayısız operasyon yapmışlar ve yaptıkları bu operasyonlara, hükümetten sonsuz destek almışlardı.

Fetullahçı savcı ve polisler, ucu başkalarına dokunan operasyonlar yaptıklarında “devletin savcısı ve polisi” olarak kabul edilecekler ama ucu hükümete dokunan operasyon yaptıklarında “darbeci” olarak nitelenecekler... Böyle şey olur muydu?

*

Tam olarak böyle düşünüyordum.

Pardon!

Madem dürüst olacağım, o halde şunu da söylemeliyim:

Hükümetin eleştiri karşısında sergilediği hoşgörüsüzlüklerden ve toplumsal kutuplaşmayı arttırmasından hiç memnun değildim ve bu nedenle yolsuzluk suçlamalarıyla yüz yüze kalmalarına da içten içe seviniyordum.

*

Belki de bu yüzden şu soruyu sormaktan kaçınıyordum:

Eğer hükümet ile Cemaat arasındaki büyük ittifak devam etseydi... Fetullahçı savcı ve polisler, böyle bir yolsuzluk operasyonu yaparlar mıydı?”

Bu soruyu sorsaydım...

Şöyle demem gerekecekti:

Evet, yolsuzluk var ama bu yolsuzluğu ortaya çıkaranların derdi yolsuzluk değil. Bu yolsuzluğu ortaya çıkaranların derdi başka... Ve işte bu nedenle bu yolsuzluğu ortaya çıkaranların oluşturduğu tehlike, yolsuzluktan bile daha büyük.”

*

Neyse... Neyse...

Sonuçta 15 Temmuz, herkes gibi benim de gözümü açtı.

*

Çünkü 15 Temmuz’da şunu gördüm:

17/25 Aralık’ta yolsuzlukla mücadele gibi masum bir perdenin arkasına saklanan Fetullahçılar, 15 Temmuz’da nihai saldırılarını yaptılar.

Bu kez masum bir perdeleri falan da yoktu.

Bu kez saklamaya gerek duymadıkları pervasızlıkla ve gözü dönmüşlükle hareket ediyorlardı.

*

17/25 Aralık’ta başarılı olsaydılar, 15 Temmuz’u gerçekleştirmelerine gerek kalmayacaktı yani.

Dikkat! Dikkat!

Kanlı bir darbe girişimi ile yolsuzluk operasyonu arasındaki akrabalığın farkında mısınız?

*

Sakın yanlış anlaşılmasın!

Ben burada “17/25 Aralık’ta yolsuzluk yapılmamıştır, herkes sütten çıkmış ak kaşıktır, rüşvetler, bavullar, kutular, kol saatleri falan hikâyedir” demiyorum.

Kastım asla bu değil.

Ben sadece yolsuzluktan çok daha büyük bir ahlaksızlığın varlığına işaret ediyorum.

Daha da önemlisi...

İki ahlaksızlık arasında bir tercih yapmıyorum, sadece iki ahlaksızlık arasındaki devasa farka dikkat çekiyorum.