Ali Bulaç'tan Bakara-Makara yazısı

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, bugünkü yazısında dini ve Kur’an ayetlerini dalga konusu yapanlarla dosluk kurulmaması ve yönetici seçilmemesini yine Kur’an ayetleriyle açıkladı.

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, bugünkü yazısında dini ve Kur’an ayetlerini dalga konusu yapanlarla dosluk kurulmaması ve yönetici seçilmemesini yine Kur’an ayetleriyle açıkladı.

Ali Bulaç yazısının devamında Yöneticilerin ve onlara ses çıkarmayan din adamlarının karıştığı kötülükler, yolsuzluklar, haram yiyicilik, sömürü, ahlaksızlık, rüşvet, usulsüzlükler ve düşmanlıklar kötülüğü bir tür “meşrulaştırır”, yerleşik ve kalıcı hale getirir. Çünkü onlar rol modellerdir, halk onlara bakar, davranışlarını örnek alır. Bundan hareketle İbn Abbas “Bu ayet-i kerime Kur’an’daki en ağır ayetlerden biridir.” demiştir. Hz. Ali de, irad ettiği bir hutbede “Bizden öncekilerin helak olmasının sebebinin onları uyarmayan din adamları olduğunu” söylemiştir diye yazdı.

İşte Ali Bulaç'ın yazısı:

"Dini ve Kur’an ayetlerini alay konusu yapanlara karşı nasıl bir tutum takınmalı? Maide, 57-58. ayetleri bu konuya açıklık getirmektedir: “Ey imân edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan korkup-sakının. Onlar, siz (birbirinizi) namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır.”

Bu ayetlerde kitap ehlinden İslam dinini alay ve eğlence konusu yapanların ve açıktan zaten inkârcı oldukları bilinenlerin “veli” edinilmemesi gerektiği belirtilmektedir. Bu, tutarlı bir uyarıdır. Zira farklı dinler veya insan toplulukları bir arada yaşayacaksa, grupların birbirlerinin din ve inançlarını “ihtiram” çerçevesinde kabullenmeleri gerekir. Karşılıklı ihtiram varsa, dinî gruplar birbirlerinin din ve inançlarına, ibadetlerine, kutsallarına, hak ve hukuklarına saygı gösterir; onların can, mal, namus ve nesil emniyetlerini tehdit edecek tutum ve davranışlardan, dinin koruduğu hüküm ve kurallara tecavüz etmekten kaçanırlar. Müslümanlar dinlerini alay konusu yapanlarla “velayet” ilişkisi kuramazlar; aksi halde gerektiği gibi Allah’tan korkup sakınmamış olurlar.

    Burada sözü geçen “velayet”i sadece dostluk, arkadaşlıkla sınırlandırmak doğru değil, siyaset ve yönetim boyutuna eklemek lazım. Buna göre Kur’an ayetleri veya İslam dininin değerleriyle alay edenler Müslümanlar tarafından yönetici olarak seçilemezler. Nisa, 140’ta  “dinin alay konusu olduğu meclislerin terk edilmesi” emredilir; Maide, 108’de Müslümanların da “inkârcıların kutsallarına sövmemeleri” tembih edilir.

    Yahudiler Medine’de ezanla ve namazla alay ederlerdi. Hz. Peygamber (sas) zamanında hem Yahudilerin bir bölümü hem münafıklar Hz. Peygamber’in huzuruna geldiklerinde O’nu doğruladıklarını söylerlerdi. Oysa işin hakikati öyle değildi. Huzuruna inkârla girer, inkârla çıkarlardı. Tabii ki Allah, onların iç dünyalarını iyi biliyordu. Alışageldikleri tutum ve davranışlarını, sosyal ve iktisadi düzenlerini değiştirmek işlerine gelmiyordu.

    Tarihte Yahudiler -elbette hepsi değil- yukarıda sayılan suçları işlediler, daha genel bir ifade ile Tanrı’ya verdikleri ahdi yerine getirmediler, ağır cezalara çarptırıldılar. (Bkz. Levililer, 26: 1-46) Uyarılmaları için onlara peygamberler gönderilmiş, “din adamları (rabbaniyyun ve ahbar)” bu işle görevlendirilmişti. İşin trajik yanı din adamlarının görevlerini yerine getirmemesi, aksine onların da –elbette istisnaları hariç- bu günah, düşmanlık ve haram yiyicilikte sıradan halktan geri kalmamasıdır. Tam da bu aradaki farka dikkat çekmek için, Razi’ye göre sıradan halkın yaptıklarına “amel”, din bilginlerinin yaptıklarına ise “sun’” denmiştir. “Amel” edilen bir kötülüğün, haram veya yasağın özelliği, yapanın tam olarak, yani künhüne varamayacak şekilde yapmasıdır. “Sun’ ve san’at” derecesinde işlenen kötülük ise kökleşmiş, derinlere kök salmış, bilinç düzeyinde farkındalık kazanmış demektir. Bu açıdan sıradan insanların yaptıkları kötülükler ile yönetici sınıfın, bilginlerin ve din adamlarının işledikleri kötülükler birbirinden farklıdır. Yöneticilerin ve onlara ses çıkarmayan din adamlarının karıştığı kötülükler, yolsuzluklar, haram yiyicilik, sömürü, ahlaksızlık, rüşvet, usulsüzlükler ve düşmanlıklar kötülüğü bir tür “meşrulaştırır”, yerleşik ve kalıcı hale getirir. Çünkü onlar rol modellerdir, halk onlara bakar, davranışlarını örnek alır. Bundan hareketle İbn Abbas “Bu ayet-i kerime Kur’an’daki en ağır ayetlerden biridir.” demiştir. Hz. Ali de, irad ettiği bir hutbede “Bizden öncekilerin helak olmasının sebebinin onları uyarmayan din adamları olduğunu” söylemiştir. Hz. peygamberlerin vârisleri konumunda olan ulemanın, kanaat önderleri, hoca, molla ve söz söyleme mevkiinde olanların bundan gerekli dersleri çıkarmaları gerekir.

    Ayetin nüzul sebebinde kitap ehli söz konusuysa da “dinle veya Kur’an ayetleriyle alay eden Müslümanlar da” aynı hükme tabidirler; tıpkı “altını ve gümüşü biriktirenler” hakkındaki hükmün aynı fiili yapan Müslümanlar için de söz konusu olduğu gibi (bkz. 9/Tevbe, 34-35.)