Ali Atay: Sansür yüzünden ülkeyi terk ederim!
Ünlü oyuncu Ali Atay, İstanbul Film Festivali'ne damga vuran sansür tartışmaları için çarpıcı bir tutum aldı: Ülkeyi terk ederim!
Hürriyet'ten Ezgi Atabilen'e
konuşan ünlü oyuncu Ali Atay çarpıcı açıklamalarda
bulundu. İKSV'nin düzenlediği İstanbul
Film Festivali'ne damga vuran sansür tartışmalarını
yorumlayan Atay "Sansür dünyanın en korkunç şeyi. Sansür
yüzünden filmimi festivalden çekmeyi bırak, ülkeden gitmeyi göze
alırım" dedi.
İşte Ezgi Atabilen'in Atay'la yaptığı o röportaj:
İnternette yaptığım kısa bir araştırmayla, bu filmi daha önce ‘Kan
Limonata Değildir’ ismiyle başka birinin yönetmenliğinde çekmeyi
planladığınızı öğrendim. Ne oldu da sen oturdun yönetmen
koltuğuna?
- Bu film 2009 yılından beri aklımızdaydı. Yani yazma aşaması o
dönemlere denk geliyor. Ben aslında oynayacaktım bu filmde.
Sonradan karar değiştirdik. Çünkü filmi çekecek doğru yönetmeni
bulamadık. Filmi çekenin arkadaşımız olmasını istiyorduk. O açıdan
filmi bir yönetmene emanet etmek istemedik. O arada film kendi
kendini demlemeye başladı. Sonra ben karar verdim filmi çekmeye.
Kendi kendime “Eğer bunu halledebilirsek, yani doğru yolu
açabilirsek, oradan yürürüz ve kendi filmlerimizi yapmaya başlarız”
diye düşündüm. Kimseden bir şey beklememize gerek yok, eğer bir şey
istiyorsak biz yapalım, yapabiliyorsak da devam edelim. Çünkü çok
hikâye var anlatacak. Yönetmenlere, yapımcılara falan kızmadan,
anlamsız sürtüşmeler yaşamadan filmi kendi kendimize halledelim
istedik.
Filmin bitmiş halini ilk izlediğinde ne düşündün?
Halledebilmiş misiniz?
- Tam anlamıyla bitmemişken yüz kere falan izlemişimdir. Bitmiş
halini bir kez izledim. İstanbul Film Festivali öncesiydi ve o
zaman iki kişi vardı yanımda. Şimdi çektiğimiz dizinin (Mutlu Ol
Yeter) setinden çıkıp, gece 02.00’de izlemiştim. İzledim ve dedim
ki, “Evet, bir tane birayı hak ettim”. Çok güzel bir his oldu
içimde. İçime sindi yani film. İnşallah düşündüğümüz olur,
hayalimizi gerçekleştirmeye başlarız, ki bizim hayalimiz film
çekmek değil, kendimize bir yol açmaktı. Onu becerebilirsek
anlatacak çok hikayemiz olur diye düşünüyorum. Sonuçta bir ehliyet
verecek bize bu film. Eğer izleyenler bize ‘kendi filminizi çekin’
ehliyetini verirse, buradan devam ederiz.
E, daha önce fotoğraf bile çekmemişsin. Bu işin
üstesinden nasıl geldin?
- Gerçekten öyle. Profesyonel bir makineyle iki kareyi üst üste
çekmişliğim yoktur. Ben duygu aktarımına güveniyorum. Oynarken de
böyle. Mesela bir filmde oynarken; yönetmenin o filmi düşünürken ne
dinlediğini, filme nereden baktığını düşünmeye, yönetmene ulaşmaya
çalışırım. Bir senarist veya yönetmen bana bir senaryo yolladığı
zaman “Beraberinde ne dinleyeyim” diye sorarım. Bu filme de aynı
şekilde yaklaştım.
Senaryoyu yazarken veya okurken dinlediğin bir şarkı var
mıydı?
- Senaryoyu başından beri Šaban Bajramovic’in şarkılarıyla yazdık.
Onun müzikleri filmin her yerinde var aslında ama filmde hiç
kullanmadık. Şaban Abi’den çok beslendik, çok yardım aldık. Sonra o
görevini tamamladı, onun yerine bizim müzisyenlerimiz geldi. Onun
hisleriyle müzik yaptılar. Müzisyenlere filmi yazarken oluşan bütün
hislerimizi aktardık. Onlar da tam o duyguya hizmet eden olağanüstü
şarkılar yaptılar. Film çekilirken kurgucusundan görüntü
yönetmenine, çaycısına kadar herkesin kendilerinin ne hissetmesine
dair bir fikri vardı.
SANSÜR YÜZÜNDEN ÜLKEDEN GİTMEYİ GÖZE ALIRIM
Bir sahnede kamera duvardaki ‘Kan Limonata Değildir’
yazısına odaklanıyor. Film de adını buradan alıyor zaten. Ne gibi
mânâlar yüklüyorsun bu söze?
- Bu film bir kardeşlik hikâyesi anlatıyor. Kardeşliğin aslında
benim gözümden ne anlama geldiğini. Kan limonata değildir. Yani kan
limonata gibi akıtılacak ucuz bir madde değildir. Bu filmin içinden
hem yol geçiyor hem de yüksek şiddette sevgi. Geyik olsun diye
söylemiyorum gerçekten sevgiyle yaptık biz bu işi. Organik bir
dokusu var yani filmin. Konuşurken aklımıza düştü bu cümle. Şu anda
olup biten mevzulardan bahsediyorduk, savaşlardan falan... Film
için “Yol filmi mi, komedi filmi mi” diye sorunlar var. Hiçbiri
değil. Bu sadece iki adamın hikâyesi. Ölüm döşeğindeki babasının
son arzusunu yerine getirmek için kardeşini bulmaya giden bir adam
onu nasıl ikna edip eve getirir? Ve bütün hikayeyi serbest
çağrışımla yazdık.
Film yanı sıra iki farklı baba oğul ilişkisi anlatıyor.
Babasının ölümüne ağlayan Sakip, Selim’in omzunda teselli bulmaya
çalışırken, Selim aynı babayı hiç bilmemiş aslında. En dramatik
sahnelerden biri bu. Sen de filmi babana adamışsın...
- Filmin sonundaki mezarlık sahnesini ben abimle yaşadım. Gerçek
bir sahne. Anlatmak istediğin şeyi küçük hikâyelerle besliyorsun.
Babam öldüğünde 16 yaşındaydım ve babama vereceğim çok şey vardı
ama çok küçüktüm. Şu an 40 yaşına gelmek üzereyim, babama bir tane
film hediye ettim. Onun dahil olmadığı ama ona ait, onun tam
göbeğinde durduğu bir hikâye anlattım.
Festivalin ulusal film yarışmasına seçilen 10 film
arasına girmişti ‘Limonata’. İlk filmde büyük başarı. ‘Bakur’
sansürünü protesto için filmini geri çekenlerden biri de sendin.
Sence müdahalenin sebebi politik mi?
- Sansür dünyanın en korkunç şeyi. Sansür yüzünden filmimi
festivalden çekmeyi bırak, ülkeden gitmeyi göze alırım. Çünkü
içeriği ne olursa olsun, onaylarsın veya onaylamazsın, mesele
sansürse oturup beş kere falan düşünmen gerekiyor. Ben sebebiyle
sonucuyla ilgilenmiyorum. O film yayınlanıyor mu? Yayınlanmıyor. Bu
süreç benim ilk filmime denk geldi. Ama biz sansüre karşı harekete
geçeceksek, kendimizden verebildiğimiz kadar ödün veririz. İKSV
protestonun çok güzel arkasında durdu, sinemacılar birleşti. O
yüzden ucundan kıyısından gurur duyuyorum yani.
FOTOĞRAF: CAN ÇIBLAK
Bundan sonra çok filmler çekeceğe benziyorsun. Nasıl filmler
çekeceksin?
- Ben küçük ayrıntılardan hikâyeler yazmak ve onlar nasılsa, hangi
türdelerse o şekilde anlatmak istiyorum. Film olur, küçük hikâyeler
olur, müzik olur… Ama film çekmeyi çok istiyorum. Çok samimi
söylüyorum, oyunculukla kıyasladığımda film yapmak bana daha büyük
bir haz veriyor. Bir sürü arkadaşımız ilk filminden küs ayrıldı.
Ben küsmek istemiyorum. Çünkü biz biraz hassas insanlarız. Korkunç
şeyler söylenirse çok üzülebiliriz.
Eleştirileri yönetmenliğe küsebilecek kadar ciddiye
alıyor musun yani?
- Filmin içeriğinden daha çok, benim yaptığım girişimi zedeleyecek
bir hareket olursa bu biraz kırıcı olabilir. Şu ana kadar çok iyi
yorumlar aldım. Bakalım izleyiciler ne diyecek. Ondan sonra gönül
rahatlığıyla hikayelerimi anlatmaya devam edebilirim. Bir senedir
bu filmle uğraşıyorum. Çok zorlu bir süreçmiş, bunu anladım ama
inanılamayacak kadar büyük zevk aldım. O yüzden şu dönem ait
olduğum yeri bulmuşum gibi hissediyorum.