Akif Beki'nin yaş günümüzde yaptığına bakar mısınız?
Biz senin daha önceki yaşadıklarını yakından bildiğimiz için midenin geniş olduğunu düşünmüştük ama yanılmışız...
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Akif Beki;
Öncelikle baki selam eder, gözlerinden öperim…
Bütün kamuoyuna açık bu mektubuma neden sondan başladığıma gelince…
Söyleyeyim...
“Olur a sonunda şirazeden çıkarım da ihmal ederim diye en baştan sevgimi selâmımı ileteyim ki yanlış anlaşılmasın” diye düşündüm…
Ne demek mi istiyorum?..
Anlatacağım…
Ama…
Önce Mevlâna’nın öykülerden biri olan “Köylü ile Şehirli” öyküsünü hatırlatacağım…
13. Yaş günümüzde yazdıklarına
bak!..
Sevgili Akif;
Mevlâna, Mesnevi’nin üçüncü cildinde anlatır ya hani; işte o öykü…
Yok yok; uzun uzun öyküyü aktaracak değilim…
Bilenler zaten ne demek istediğimi anlayacaklardır…
Ama şu kadarını söyleyebilirim…
Mevlâna o öyküde, nezaket sahibi bir şehirlinin, “dost” zannettiği kaba bir adamı evine davet edişini ve adamın misafirliği sırasında yediği herzeleri anlatır…
Biz de, internethaber Ailesi’nin 13. Yaş gününde seni de aramızda görmek, mutluluğumuzu seninle paylaşmak istedik…
Bu vesileyle de bir “yazı” yazmanı istirham ettik…
Breh breh breh (bu kısım Hıncal Usta’dan ödünç alınmıştır)…
Yazını okuyunca “bu ne yahu!” demekten alamadık kendimizi…
Mesnevi’deki konuk ne ki senin yanında?..
Melaike…
Değerli kardeşim;
Belli ki aslında bütün hıncın, öfken bana…
Hani geçenlerde Aydın Doğan’ın elini öpmek isteyişini ancak Aydın Bey’in izin vermeyişini yazdım ya…
Hâla orada kalmışsın…
Oysa daha önce seni nasıl koruduysam saldırılardan; o gün de o kadar samimi ve “doğru” olduğundan emin olduğum bir anekdotu anlatmıştım…
Telefon edip “Ben Aydın Bey’in elini öpmedim. Öpme girişiminde de bulunmadım” dediğinde “o halde bunu da yazayım” demiştim hatırlarsan…
Ama sen “hayır yazma ancak Aydın Bey’in elini öpmediğimi ve öpme girişiminde de bulunmadığımı bil” diye karşılık verdiydin…
Yani sevgili Akif;
Doğruluğundan milyon kere emin olduğum o haberi hem telefonla tekzip ettin, hem de tekzibini yayımlamama izin vermedin…
Sonra da kalktın;
Benim üzerimden bütün bir internet medyasına hakaretler ettin…
Hem de Türkiye’nin “en güvenilir, en itibarlı, en deneyimli” internet haberciliği guruplarından biri olan İnternethaber Gurubu’nun “13. yaş gününü kutlamak için yazdığın” yazıda yaptın bunu…
Taraftarsız olmak zor
iş...
Sevgili kardeşim;
Bana kızmış olmanı hiç yadırgamam…
Çünkü benim işim öfkelere göğüs germek…
Çünkü bu ülkede adil olmak, vicdanlı davranmak aynı zamanda “taraftarsız” kalmak demektir…
Oysa taraflardan birine biat etsem, karşıtım olacağı gibi yandaşım da olacaktı…
Ama napayım Akif?..
Ben olaylara (senin gibi) birilerinin yanında durup bakmaktansa; kendi penceremden gördüklerimi yazmayı tercih ediyorum…
Hem bu köşenin devamlı okurları çok iyi biliyorlar ki; seni haksız olduğuna inandığım saldırılara karşı nasıl koruduysam ve senden “bir teşekkür” beklemediysem…
Ve sen de zaten etmediysen…
O gün yazdığım sevimli, zararsız, hakaret ve küfür içermeyen kulis yazımdan dolayı da sitemlerini hak etmemiştim…
Ama dedim ya…
Hem sitem ettin telefonda…
Hem beni yalanladın…
Ama hem de sözlü tekzibini yayımlamama izin vermedin…
Sonra ne yaptın sevgili Akif?..
İnternethaber Ailesi olarak sana verdiğimiz değer gereği mutluğumuzu seninle paylaşmak istediğimizde sen, sadece ve sadece bana olan öfken nedeniyle; saygınlığından hiç kimsenin şüphe duymadığı ve İnternethaber Ailesi’ni de kapsayan sektörümüzün tümüne hakaretler yağdırdın…
Ya da şöyle söyleyeyim…
Çağrılı olduğu kutlamada, davet sahibinin üstüne başına çıkarma yapan misafire benzedin…
Biz senin daha önceki yaşadıklarını yakından bildiğimiz için
midenin geniş olduğunu düşünmüştük ama
yanılmışız...
Üzerimize kusacağını bilseydik de davet eder miydik
bilmiyorum?..
Yani sevgili kardeşim;
Tek suçu (ki sana göre “suç” olduğu anlaşılıyor), seni de
sevdiklerinin arasında görmek, sana değer vermek, 13. yaş
günü mutluluğunu seninle de paylaşmayı istemek olan
Hadi Özışık ve gurubumuzun 55 çalışanına
haksızlık ettin…
Neden?..
Bana olan kişisel hıncın yüzünden…
Sevgili Akif;
Yaş günümüzü kutlama amacıyla yazdığın makalede; (senin tabirinle; “siparişimiz üzerine" yazdığın yazıda) şöyle diyorsun:
“Dijital medya denince kişiliği gelişmemiş, karakteri oturmamış, sözüne güvenilmez, ağzıbozuk, tek ayak üstünde 50 yalan söyleyen arsız bir palavracı geliyor gözümün önüne". (Not: “ağzı bozuk” ve “ayaküstünde” olacaktı ama sen birinciyi bitişik, ikinciyi ise ayrı yazarak yanlış yapmışsın)
E vallahi aşk olsun!..
Yahu bana duyduğun öfkeyi kusmak için davet sahibine yönelmene ne gerek vardı Akif?..
Beni davet etsen hiç gocunmaz karşına gelir, “bana boşal” derdim…
On binlerce masum, günahsız, onurlu internet medyası emekçisine de hakaret ve küfür etmemiş olurdun böylece…
Ama devasa bir internet haberciliği camiasına yaptığın bu hakaretler neyin nesi Akif?..
Bak; şu aşağıdakileri de sen yazmışsın 13. yaş günümüzü kutladığın(!) yazında:
Kahraman kisvesine saklanmış ödlek ve sinsi bir tip. Sahte, çünkü kendinde olmayan fazileti de satıyor, malumatı da. Sahte bilgiç, sahte derviş, sahte o, sahte bu, velhasıl sahte her şey. Aç bir canavar gibi kimi zaman başıboş bir güruh olup linçten lince koşuyor, kimi zaman bir karalama makinesi ki içinde her şey var ama en az bulunan şey insanlık.
Vay ki vay!..
Yahu, genelleme yapacağına “Adnan Berk Okan’ı tarif ediyorum” deseydin ya…
İnanan inanır, inanmayan güler geçerdi…
Bana, hem de adımı vermeden hakaret edeceksin diye bu sektörden ekmek yiyen on binlerce basın emekçisinin ne günahı var?
“Şu Adnan Berk Okan; Kahraman kisvesine saklanmış ödlek ve sinsi bir tip. Sahte, çünkü kendinde olmayan fazileti de satıyor, malumatı da” de; öykünürsem namerdim…
Napacam Akif?..
Mecbuuur…
Kabul edecem…
Seni mi kıracam?..
“Akif de ne çekti benden be sevgili okur!” deyip geçecem…
Susma hakkımı
kullanacağım…
Ama Akif…
Benim üzerime öfke kusacak; beni aşağılayacak, bana hakaret edeceksin diye; on binlerce internet medyası emekçisine ve binlerce yöneticiye bunu yapamazsın…
Ama sen yaptın…
Ah be Akif Aaaaahhhh!...
Aslında yazacak, söyleyecek o kadar çok şey var ki…
Ama…
Susma hakkımı kullanacağım…
Sadece bir de küçük Nasrettin Hoca öyküsünü hatırlatarak…
Sen de Hoca’nın; tenceresinin doğurduğuna inanan ama kazanının öldüğüne inanmayan komşusu gibisin sevgili kardeşim…
Seni övünce keyifleniyor, doğrucu biri olduğumu söylüyorsun sağda solda…
Amaaaa…
Ufacık bir eleştiri ya da masum bir anekdot yazdığımda “yalancııı!..” diye ortalığı ayağa kaldırıyorsun…
Ya tencerelerin doğurmadığına, doğurmayacağına inan Akif…
Ya da eğer tencerenin doğurduğuna inanıyorsan; “senin kazan sizlere ömür” denildiğinde kazanların öldüğüne de inan…
Gözlerinden öperim…
Adnan…
adnanberkokan@gmail.com