Akademisyenlerin hakkını savunmak da medyaya düştü!

1128 akademisyenin imzaladığı bildiri bize neyi kazandırdı neyi kaybettirdi?

Aralarında Noam Chomsky, David Harwey, Etienne Balibar, Judith Butler, Immanuel Wallertein gibi yabancı akademisyenlerin imzasının da yer aldığı bildirinin yankıları sürüyor.

Yurtiçi ve yurt dışında 89 üniversiteden 1128 akademisyenin imza attığı metinde özellikle “devletin bölge halklarına karşı uyguladığı katliam ve sürgün politikalarından vazgeçmesi gerektiği ve sorumluların cezalandırılması” ifadeleri dikkat çekmişti. 

Üslubu bir "barış" metninden çok saldırganca bir dile yatkın olan bu bildiri üzerine siyasetten ve medyadan pekçok isim iki gündür fikirlerini paylaşıyor.

Artık neredeyse her meselenin "Vatan haini olmak ya da olmamak" çizgisine çekildiği şu günlerde tıpkı Beyazıt Öztürk'ün başına gelenler gibi bu bildiriye imza veren akademisyenler de "ihanet" ve "kahramanlık" çerçevesi içinden tartışma konusu oldu.

Haklarında jet hızıyla soruşturma açıldı.

Hem tartışmanın çekildiği alan hem de soruşturma açısından bakacak olursak bunun iki sonucu oldu.

Birincisi, bildiriyi eleştiren, doğru bulmayan, eksik gören ve fazlasıyla taraflı olduğunu düşünen insanların tepkisi ters yüz edildi. Bildiriyi eleştirmeye imkan bile bulamadan bu insanları 1128 akademisyenin yanında bulduk. Çünkü konu bir anda ifade özgürlüğünün yok sayılmasına kaydı. 

Böyle bir durumda demokrasiden yana olduğunu söyleyenler bildiriyi eleştirecekken akademisyenlerin ifade hakkını savunmak zorunda kaldı.

İkincisi, sadece bir "bildiri"den ibaret kalabilecek bir hareket Türkiye için özellikle Batı'nın sıkça gündeme getirdiği "tahammülsüzlük" tezine yağ sürmüş oldu. Oysa beğenilmese de ifade hürriyeti deyip geçilebilirdi. Bu yapılmadı.

Evet, PKK'nın işlediği cinayetleri görmezden gelen, şiddeti tek taraflı göstermeye çalışan bu bildirinin eleştirilecek çok tarafı olabilir. 

Fakat ortada bir sorun varsa bunu ancak konuşarak çözebileceğimizi görmezden gelmek de eleştirilecek bir nokta değil mi?

Konuşamazsak, konuşmaya teşvik etmek yerine konuşanları susturmaya çalışırsak buradan yol alamayız. 

Hayret ki, bu bildiri siyaset ve medyada yarattığı etkiyi akademi düyasında yaratmadı. 

Olumlu ya da olumsuz yüksek sesle ifade edilen bir görüş duyamadık akademi dünyasından. 

Beğenelim, beğenmeyelim akademisyenlerin ifade hakkını savunmak medyaya düştü. Oysa, bu bildiriye verilecek en güzel cevap yine akademi dünyasının içinden çıkmalıydı. 

Metni hatalı, eksik ya da taraflı bulan akademisyenler, gerekçelerini de içeren bir karşı bildiri yayınlamadılar. Diyalektikle gelişecek düşünce ve bilim dünyasının neferleri! sessiz. 

Bugün karşı bildiri akademisyenlerden değil de Ahmet Hakan'dan geliyorsa akademi dünyasının oturup bi düşünmesi gerekmez mi?

İlla karşı bildiri gelsin diye bir ısrar içinde değilim, elbette. Bu sessizliğin nedenini merak ediyorum sadece.

Mesela bildirideki ifadelere katılmasa da "akademisyenlerin ifade özgürlüğünün yanındayız" şeklinde bir açıklama da gelmedi. 

Neden peki?

Sonuçta iş yine,  akademisyenlerin oturduklarında çatır çatır eleştirdikleri medyaya kaldı...