AK Parti İslamcılığı cazibesini kaybetti!
İslamcılık tartışmalarına farklı bir perspektifden bakan yazar Esat Arslan, AK Parti ve İslamcılık krizini H. Kübra Kocaoğlu'na anlattı.
GAZETECİLER.COM - ÖZEL İÇERİK
H.KÜBRA
KOCAOĞLU
Geçen hafta Star Gazetesi'nde yayınlanan AK Parti, Sekülerizm,
İslam makalesiyle dikkatleri çeken, İslamcılık tartışmalarına
farklı bir yerden bakan yazar Esat Arslan'la İslamcılığın içinde
bulunduğu durumu, AK Parti- İslamcılık tartışmalarını masaya
yatırdık.
İSLAMCILIĞIN BELKİ YÜZYIL
TARTIŞILMASI LAZIM
- AK Parti, sekülarizm,
İslam isimli makalende AK Parti ve İslamcılık meselesine biraz daha
farklı bir yerden yaklaşıyorsun. Son dönemde yeniden gün yüzüne
çıkan İslamcılık tartışmalarına bakış açın
nasıl?
Daha önce 2012'deki tartışma neredeyse tamamen entelektüel bir tartışmaydı, entelektüel sorunlara yönelmişti. Çok da hayırlı bir tartışmaydı. Şu andaki tartışma anladığım kadarıyla siyasi hedef güdülerek başlanmış bir tartışma. Ne niyetle başlamış olursa olsun bu konunun tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Hatta belki yüzyıl boyunca tartışılması lazım. Bugün tartışılmasının gereği iki temel krize dayanıyor.
- Nedir bu krizler?
1- Küresel ölçekli bir terör örgütü olan IŞİD'in " ben dinin temel kaynaklarından hareketle birşeyler yapıyorum" demesi. Bu sorgulanması gereken bir süreç.
2- Benim hala İslamcı olarak tanımladığım AK Parti
iktidarı ağır bir kriz yaşıyor. Bu sebeple de bunun
siyasi rant elde etmek için değil ama "bu krizi nasıl
çözmeliyiz? sorusuna yönelik tartışılması gerektiğine
inanıyorum.
IŞİD GELENEĞİMİZİN
KARİKATÜRÜDÜR
- IŞİD'le silahlı bir mücadele sürüyor. Fakat IŞİD'in islamcılığa verdiği zararla nasıl başedilecek sence?
IŞİD bizim
geleneğimizin ‘karikatürüdür.’ Ama
bizim ‘geleneğimizin’ karikatürüdür.
Argümanlarını geleneksel fıkıhtan alıyorlar. Ortaçağlar için kabul
edilebilir sayılmış bir şiddeti IŞİDçiler bu çağda en vahşi ve en
ölçüsüz bir şekilde hayata döküyorlar. Bizim bugün bu
unsurları geleneğimizden tasfiye etmemiz zorunlu. Ve zaten Kuran’da
bu şiddete hiçbir dayanak bulamazsınız.
AK PARTİ İSLAMCILIĞIN TEMEL
MOTİVASYONLARINDAN VAZGEÇMEDİ
- AK Parti kriz yaşıyor dedin. AK Parti'nin yaşadığı bu krizin nedenleri nedir?
AK Parti'nin iktidara gelişinin hikayesi 28 Şubat. 28 Şubat'taki askeri müdahale, bir yandan askeri müdahale olduğu için haksızdı fakat bir yandan da bizim İslami siyasi oluşumların siyasal zihniyeti alabildiğine arkaik bir durumdaydı. İnsanlarda rıza yaratma potansiyeli olmayan bir anlayıştı. Hatta o siyasi anlayışı sırf kendi cemaatlerimizde uygulayacak olsaydık bile çok ciddi kriz doğururdu. İktidar adayıysanız bu siyasi anlayışla iktidar olamazdınız. 28 Şubat'tan sonra AK Parti kendi siyasal zihniyetini sorgulama ve özeleştiri çabasına girdi. O özeleştiri sürecinden sonra beşeri egemenlik alanıyla ilahi egemenlik alanını birbirinden ayrıştırdı. "İlahi egemenlik alanında hakim Allah'tır fakat beşeri egemenlik alanında demokrasi geçerlidir ve biz de demokrasiyi uygulayıp herkese rıza yaratmaya çalışan bir siyaset güdeceğiz" diyerek yola çıktı. Bu aslında bir geri adım atış.
- Neden geri adım atış?
Biz işte İslam fıkhını uygulayacağız demekten bir geri adım
atış. Muhafazakar demokrat bir kimlik de edinildi. Fakat
İslamcılığın temel motivasyonlarından vazgeçmediler.
DAVUTOĞLU'NUN MERKEZ ÜLKE
PROJESİ İSLAMCI BİR PROJEYDİ
Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik gibi, Küresel Bunalım
gibi, o dönemde daha AK Parti iktidar olmadan önce yazılmış
kitaplarına bakacak olursak şunu söylediğini görürüz: Bizim
hedefimiz merkez ülke olmaktır. Askeri ve ekonomik güce dayanmayan,
kültürel güce, rıza yaratmaya, barış yaratmaya dayanan, küresel bir
cazibe yaratmaya dayanan bir merkez ülke olmaya çalışıyoruz. Fakat
bu böyle basit bir siyasi hedef değildir, merkez güç olabilmemiz
için bizim bir merkez kimlik ve merkez düşünceye de sahip olmamız
gerekir, diyor. Merkez düşünceye sahip olmak şu: Batıya ve Doğu'ya
tevarüs edebilen bir kimlik. Bu çok önemli. Bu bir
anlamda "İbni Sina ve Heidegger'i tek kitapta
toplayacağız ve buradan yeni bir sentez
çıkaracağız" demektir. Bu talep devam etti. Bunu çok
rahat görebiliriz.
En basitinden Diyanet Fuarı'na gidip de neler yazılıyor burada,
diye baktığımızda böyle bir talebin gerçek olduğunu görürsünüz.
Özellikle de Bilim Sanat Vakfı'nın
kitaplarına bakarsanız bir yanda Batı kaynaklı toplumsal düşünce
eserleri durur, bir yanda mesela İbn Sina, İbn Rüşt,
Farabi gibi insanların eserleri durur. Bunları
beraber hazmetmeye çalışan bir anlayış var. Bu İslamcı bir
proje.
İBN ARABİ İLE DERRİDA'YI BİR
POTADA ERİTEBİLİRİZ
- Peki bu İslamcı projenin geldiği nokta nedir?
Şu anda biz hala teorik olarak merkezi bir düşünceyi üretebilmiş
değiliz. Hala örneğin İbni Arabi'yle Derrida'yı tek bir potada
eriten bir düşünceye sahip olabilmiş değiliz. Ama geleneğimiz buna
müsait mi? Müsait. Çok sağlam hatlar var.
- Mesela?
İmamı Rabbani ve Derrida arasında çok sağlam bir hat vardır, bu
basit bir benzerlikten ibaret değildir. Mevlana ve
Nietzsche, İbni Arabi ve Hegel arasında çok sağlam hatlar
vardır. Ya da İbn Teymiye’yle Adorno
arasında… Bizim Şafi- Hanefi çizgisi ile Kıta
Avrupasının hukuk geleneği arasında çok sağlam bir hat vardır,
Hanbeli-Maliki çizgisiyle de İngiliz Anglo Sankson geleneği
arasında hat vardır. Biz eğer bu merkezi kimliğe ve
düşünceye sahip olma çabasını ciddiye alıp yola çıkacak olsaydık
aslında Doğu'yu ve Batı'yı birleştiren bulabileceğimiz çok sayıda
hat olacaktı. Bunu yapmayı beceremedik.
- Neden peki?
Bu kitaplar yan yana durdu fakat bu kitaplar tek kitapta
birleşemedi. Çünkü o formasyonu kazandırmadık. Bir
kısım insanlarımız Batı'ya odaklandı bir kısım insanlarımız İslam
geleneğine odaklandı. Ve bunların arasında bağlantı kurmak pek
nasip olmadı. Bazı istisnai figürler var ama onlar da sentez
mantığında değiller.
GELENEĞİMİZİ HAKLI
ÇIKARIYORSA HEIDEGGER OKUMAYI SEVİYORUZ
- İslamcıların Batı kaynaklı düşünürleri referans alarak fikir beyan ettiklerine çok sık rastlıyoruz ama?
Evet, biz geleneğimizi haklı çıkarmak için Heidegger okumayı çok
seviyoruz, Foucault’yu bile okurken geleneğimizi haklı çıkarmak
üzere okumayı seviyoruz. Yani Foucault
geleneğimizi haklı çıkarsın da, nasıl çıkarırsa çıkarsın.
Gerisi? Gerisi bizi ilgilendirmez demeye geliyor
bu. Mesela onun düşüncesinin merkezinde duran ‘kendi kendini
yaratan insan’ modeline hiç dokunmuyoruz. Bu seçmecilik aslında çok
hayati bir kriz.
- İslamcılar kendi
içlerinde birbirilerini ne kadar
dinliyorlar?
Bizim İslamcı cenaha bakacak olursak, büyük
bir mezhep taassubu var, gelenekçilerimizde de modernistlerimizde
de. Birbirilerine saldırıyorlar, birbirilerinin
eleştirilerine kulak tıkıyorlar, kendi söylemlerinin sahip olduğu
kriz noktalarının farkında bile
değiller. Fazlurrahman'a sadık kalarak Şafi ile
irtibat kurabilmek mümkün değil. Bu doğru değil, burada yanlış olan
birşeyler var.
Ben müslümanım diyen insanın her söze kulak vermesi lazım. Bu
Kur'an'ın da bir idealidir. Zümer suresinde çok net söyler bunu:
"Müslüman her söze hakperestlikle kulak verir ve bunların
en güzeline uyar" der. Ama bizde şu anda her söze
kulak verme yeteneği yok, en ufak bir eleştiriye damga vuruyoruz,
etiket yapıştırıyoruz. Buradan da insanlığın hayrına
birşey çıkmıyor.
AK PARTİ BARIŞINI SAVUNMAK
CAZİBESİNİ KAYBETTİ
- AK Parti'nin merkez güç olma idealine dönecek olursak, bunun gerçekleşebilmesi için en önemli faktör neydi?
Pratik… Herkesin gözü önünde olan AK Parti, merkez güç olacaksa rıza yaratmak zorundaydı. Sadece Türk halklarında değil, uzun soluklu düşünürsek Avrupa, Amerika, Çin, Hindistan halklarında da rıza yaratan bir politika izlemesi lazımdı. Komşularla sıfır sorun politikası, moderatörlükler, Kürt açılımı, bir türlü başlayamayan Alevi açılımı, Ermenilerle dostluk kurulmaya çalışılması, Hıristiyanlara haklarının iadesi, vs bunların hepsinin temelinde bu düşünce vardır.
Anladığım kadarıyla 2011'e geldiğimizde bu barış projesi zirvesindeydi. Rıza yaratabiliyordu. Dışarıdan insanlar ibretle bakıyordu AK Parti'nin yaptıklarına. O dönemde büyük devletlerin liderlerinden övgü dolu sözler geliyordu, bunların bir kısmı hayranlıktan bir kısmı kıskançlıktan, bir kısmı da elbette ki pohpohlamak için söylenen sözlerdi.Ama bir başarı vardı. Fakat siyasetin gerçekleri ve insanların hataları öyle bir yere getirdi ki hadiseyi, şu anda AK Parti barışını savunmak, bulursa, sadece AK Parti cemaatinde bir yankı bulur. Ne Aleviler, ne Kürtler, ne Almanlar, ne Fransızlar'da bir cazibe yaratmaz.
- 2011'de yaşanan Arap Baharı'nın etkisi oldu mu bunda?
Arap Baharı öyle bir kaos yarattı ki; başımızda Bismark
dahi olsa zorluk çekerdik. Ama hatalar oldu. Ondan
sonra her şey birbirini takip etti ve bugünkü duruma geldik.
İSLAMCILIĞIN ÖLMESİ MÜMKÜN
DEĞİL!
- İslamcılığın bugün içinde bulunduğu krizden çıkması mümkün mü? Yoksa İslamcılık öldü mü?
Konuyu genişleteyim. Benim iddiam şu; eğer biz geleneğimizi esas
alacaksak ve geleneğimizden hareketle bir siyasi teşekkül içine
gireceksek, bu teşekkülün dünyanın herhangi bir tarafında tutma
şansı yok.
Ama eğer biz Kur'an'ı merkeze alacaksak ve Kur'an'a gereken
özeni göstererek Kuran’ı okuyacaksak, Kur'an'dan öyle bir siyasi
oluşum çıkarabiliriz ki bu Doğu'da ve Batı'da
yeryüzünün bütün vicdanlı insanlarında ma’kes
bulur. Bu yüzden Kur'an'ın potansiyeli buysa
İslamcılığın ölmesi mümkün değil diyorum.
Bunu dolaylı bir yoldan
destekleyebilirim: Avrupa'nın gelmiş geçmiş en büyük
devlet adamlarından birisidir Bismark. Bismark Kur'an'ı okuyor, ama
bizim geleneğimizin usulleriyle okumuyor. Descartes’ı
Shakespeare’i nasıl okuyorsa Kuran’ı da öyle okuyor. Ve şöyle bir
cümle ediyor: Kur'an bizim problemlerimizi
çözer. Bismark Avrupa'da sosyal güvenlik yasasını
hayata geçirir ve işçilere güvenceler
sağlar. Muhtemeldir ki zekattan ilham
almıştır. Avrupa'da o esnada bu düşünce yok.
Avrupa'nın gelmiş geçmiş en büyük edebiyatçılarından İngiliz
Bernard Shaw, liberal sosyalizan eğilimi olan bir adamdır. Ve Shaw
"Kur'an bizim dertlerimize dermandır. Beni de Muhammedi
sayabilirsiniz" diyor. Shakespeare okur gibi Kur'an okuyor. Ve
bunları söylüyor. Yani Kur'an'da böyle muazzam bir potansiyel var,
fakat biz onun farkında değiliz.
KUR'AN'I MEZHEP
TAASSUPLARIMIZA ALET EDİYORUZ
- Kur'an'da böyle bir
potansiyel olduğunu kimse inkar edemez. Bunun yanında yanlış
yapılan başka birşeylerin de olması gerekmiyor mu?
Biz onu mezhep taassuplarımıza alet ediyoruz. Yeni açılımlara asla izin vermiyoruz. Hele ki biri bizim tefsir usulümüzde yeri olmayan bir yöntemle Kur'an'a yaklaşmaya çalışırsa birisi hemen bariyer koyuyoruz ve dışlıyoruz. Tarihselcilere bunu yaptılar, hermeneutikle, yorumsamayla Kur'ana yaklaştıkları için karşı koydular. Ama geleneksel okuyuştan da çağımız için barış çıkmıyor. Oysa Kur'an 21. asra doğrudan hitap edebilen ve bu çağa barış vaat eden bir kitap her yönüyle.
Bu sebeplerle İslamcılığın ölebileceğine pek ihtimal vermiyorum. Biz müslümanlar kaybedebiliriz, biz müslümanlar köhneleşebiliriz, biz müslümanlar yanlış kavrayabiliriz ama Kur'an'ın kaybetmesi mümkün değil.
- Peki İslamcıların gelenekten kopması mümkün mü?
Ben gelenekten kopalım demiyorum. Bizim tarihselcilerimiz
Fazlurrahman gibi Cabiri gibi çok büyük alimlerimiz var. Bunlar
modernist ve tarihselci alimler, çok değerli işler çıkartıyorlar.
Ama onların çıkardıkları işler de şöyle bir problem doğuyor, onlar
diyor ki “geleneği terket kardeşim.” "Kur'an atalar
dinini reddediyor ve gelenekçilikle bu iş olmaz"
diyebiliriz, bu doğru. Gelenekçilikle olmaz, geleneği
çatır çatır eleştirmemiz de gerekir bu da doğru, ama gelenekten
kopmamıza, geleneğimizin büyüklerini reddetmemize gerek yok. Bu
onlara zulüm olur. Haksızlık. Ve zaten geleneğimizin
büyüklerinden hala hikmet devşirebiliriz.
BİZİM GELENEĞİMİZDE TARTIŞMANIN
HAKİMİYETİ VARDIR
Bir yandan evet eleştireceğiz ama bir yandan da büyüklüklerini
tasdik edeceğiz ve bunların bağrından sahip oldukları hakikat
çekirdeklerini tevarüs edeceğiz. Bir geleneği gerçek anlamda
yaşatmak böyle oluyor.
- Küresel İslamcılık ve Türkiye'deki İslamcılık anlayışı arasındaki farklar?
Bizde pragma çok hakim. Bizde büyük İslam teorisyeni, düşünürü
çıkmıyor. Ama bir siyaset çıkabiliyor. AK Parti bunun bir
örneğiydi. Bunun tabi çeşitli sebepleri var. Mısır'dan, Tunus'tan
İslam düşünürleri çıkıyor dünya bunları okuyor. Ama bizden
çıkmıyor.
OSMANLI'DAN BİR DÜŞÜNÜR
ÇIKMADI
- Niye çıkmıyor sence?
Emin değilim ama Osmanlı'daki medrese geleneğiyle alakalı
olabilir. Osmanlılarımız dünyanın her yerinden hikmet tevarus
ettiler. Ama bu tevarüsün sonucunda medeniyete mal olmuş bir
düşünür çıkmadı. "Ebu Hanife ayarında bir alim
çıkardı" diyemiyoruz. Osmanlı geleneğinde tasavvufun
ve otoriteye itaatin çok büyük bir yeri var. Bir şeyh bağlısı
olduğu bir şeyhin fikirlerini yaşama dökmekle ve gelecek nesillere
intikal ettirmekle mükelleftir, değiştirmekle, geliştirmekle,
dönüştürmekle değil. Ebussud Efendi’nin bir sözü
var: “Söylenebilecek olan her şey söylendi”
diye. Fıkıhçılarımız da Ebu Hanife'nin görüşlerini tevarüs etmekle
sınırlı, yani gücünü otoriteden ve gelenekten alan bir anlayış
gelişti. Osmanlılarda karanlıkta düşünebilen bir düşünür
bulamamamızın nedenlerinden biri bu. hiyerarşi, adab ve otorite
kültürü.
İSLAMI YENİ KUŞAKLARA
AKTARMADA ZORLUK ÇEKERİZ
- İslamcılık senin
deyiminle krizleriyle yüzleşmezse nereye doğru
gider?
Biz bugüne kadar sahip olduğumuz İslami birikimin krizleriyle yüzleşmemize gerek olmadığı için, bunları yeni kuşaklara aktarmakta sıkıntı çekmiyorduk. Şu anda öyle bir duruma geldi ki bu krizler kendini dayatıyor, eğer bunlarla yüzleşmezsek, gerçekçi çözümler peşinde olmazsak, yani bu kriz durumunu bir yaratıcı atılıma çevirmezsek İslam’ı yeni kuşaklara aktarmakta zorluk çekeriz. Ben son 2 yılda dindar ailelerin içinden 6 tane dinden dönme hikayesi duydum. Benim için çok fazla.
"Yaşama, insanlığa, yeryüzüne katkı sunacak, insanlarda bir cazibe oluşturacak bir İslami söylem mümkün müdür değil midir, bunu nasıl yaratabiliriz?" bunun peşinde koşmamız lazım. Bir yandan birbirimizi eleştirirken bir yandan bu ideali kovalamamız lazım. Benim iddiam Kur'an da bu potansiyelin olduğu yönünde. Kur'an 21. y.y’a barış getirir.
KUR'AN'IN HERKESTE RIZA
YARATACAK POTANSİYELİ VAR
- Şeriat Mekke'de Tamamlandı kitabı bize neyi anlatıyor?
Tamamen Kur'an'dan idealler türetebiliriz, başka bir şeye müracaat etmeden. Ve bunlar öyle güzel ideallerdir ki inansın inanmasın herkeste rıza yaratabilecek potansiyele sahiptir. Hz. Peygamber mesajını ilk vermeye başladığında diyordu ki. “siz benim bu sözlerimi kabul edin, İranlılar ve Romalılar arkanızdan gelecektir.” Çok net bunu söylüyordu. Mekke hayatının daha başında bunu söylüyordu. Daha sonra Hz. Ömer zamanındaki futuhattan sonra İran ve Roma halkları niye müslüman oldu? diye sorduğunuzda bu insanlara herhangi bir baskı uygulanmadığını görüyoruz. Kendi dinlerinin yozlaşmışlığı karşısında İslamın o taptaze değerleriyle karşı karşıya kaldıklarında büyüleniyorlar ve müslüman oluyorlar. 7. asırda böyleydi, 21. asırda böyle midir? Bence böyledir. Bunu anlatmaya çalıştım.
- Peki kitap Medine dönemini nereye koyuyor?
Kur'an bir bütün. O kitaba "Şeriat Mekke'de Tamamlandı" şeklinde başlık vermemin, Mekke'yi öne çıkarmamın, Medeni surelere bir iki pasaj hariç yer vermememin nedeni şu: biz müslümanlar şeriatı kavramaya çalışırken Medeni surelere bakıyoruz, orada da 500 tane ahkam ayetini seçiyoruz. "İslam şeriatı budur" diyoruz. Bu önyargının bir örneği Gazali'dir. Mustasfa isimli bir kitabı vardır. Fıkıh usulünün klasiklerinden. Orada “bir fıkıhçıya lazım olan 500 tane hukuk ayetidir” der. Benim dediğimse şu: biz bu sınırlama yüzünden şeriatı yanlış kavrıyoruz. Şeriat 500 ayetten ibaret değil. Mekke döneminin hiçbir şekilde farkında bile değiliz.
Bu önyargı hiç olmaması gereken Seyyit Kutup'da bile var. Diyor
ki “Mekke döneminde sadece La İlahe İllallah öğretildi
başka da birşey öğretilmedi”. Bana göreyse Allah
bütün değerlerini Mekke dönümde toplumuna sunmuştu. Bu kitabın
Mekke ayetlerine odaklı olması ve isminin Şeriat Mekke'de
tamamlandı olmasının sebebi bu, Mekke dönemini öne çıkarmak. Ve
Şunu söylemek " Bakın ahkam ayetlerini, 500 ayeti
okuyacaksak bu ışıkta okuyalım.” Ve iddiam
şu: 7. y.y'da Mekke döneminde indirilmiş bu ayetler
aslına bakarsanız 21. asırda bizim sahip olmamız gereken değerlere
de işaret ediyor.
30'A YAKIN FİLOZOFLA KUR'AN ARASINDA
BAĞLANTI KURDUM
- Şeriat Mekke'de Tamamlandı nasıl ortaya çıktı?
"Şeriat Mekke'de Tamamlandı"yı mümkün kılan
şeylerden bir tanesi Kur'an'a odaklanmamdır. Bunlardan bir tanesi
de Seyyit Kutub'un "cahiliyyedir" dediği Avrupa ve
Amerika düşüncesini elimden geldiği kadar anlamaya çalışmış
olmamdır. Çünkü eğer Foucault'nun bioiktidar kavramını
bilmeseydim ben Firavun'un kadınları hayatta bırakma eyleminin ne
kadar önemli birşey olduğunu anlamazdım. 30'a yakın
filozofla Kur'an ayetleri arasında bağlantılar kurdum. Cahilliye
düşüncesindeki hikmeti devşirerek Kur'anı okumaya çalışıyorum.
Kitabımın mesajlarından biri de bu. Hikmeti nerede görürsen gör
tevarüs et. O Allah’ın malıdır.
PEYGAMBERİMİZ DÖNEMİNDE EVLİ
EŞCİNSELLER VARDI!
- Kitabında Peygamberimiz döneminde evli eşcinsellerin olduğundan ve İslam'ın eşcinsellere bakışından da bahsediyorsun. Bize biraz anlatır mısın?
Hem ayetlere hem peygamberin hayatına referansla konuşuyorum bu
konuyu. Böyle bir hak varmış fakat biz daha sonrasında
hazmedemediğimiz için örtmüşüz üzerini. İnsanın onuruyla yaşaması,
insana saygı duyulması bunlar çok önemli şeyler. Eğer onuruna saygı
duyulmuyorsa bu çok büyük ızdıraptır. Varsayalım ki onlar müşrik,
varsayalım ki onlar Luti, Yine de Kur'an'da müşriklerin hakları
bellidir. Çok nettir. Allah bunu Mümtehine Suresinde söylüyor:
“Size düşmanlık etmeyen sizi yurtlarınızdan çıkarmaya
çalışmayan müşriklerle dost olabilirsiniz” diyor.
Tevbe suresinde; "Sizinle ahitleşmiş ve ahitlerinde sadık
kalan müşriklerle anlaşmanızı devam ettirin" diyor.
Dolayısıyla Kur’an’ın müşriklere karşı tavrı bellidir. Kuran sömürü
ve baskıyı kaldırır fakat hiçbir zaman müşrikleri ezmeye ve hakir
görmeye çalışmaz. Yaşam biçimlerine de karışmaz.
EŞCİNSELLER BİR ALEVİ BİR
KÜRT'TEN DAHA MAĞDUR YAŞIYOR
- Helak edilmiş bir Lut kavmi var?
Ama Şuayb’ın kavmi de kapitalizm yüzünden helak edilmiş. Onu nereye koyacağız? 13 yıldır kapitalizm uyguluyoruz biz. Evet Lut Kavmi helak edildi. Eğer eşcinselliğin Lutilik olduğuna inanıyorsanız bunu Lut Peygamber gibi söylersiniz: “Helak olursun, Allah azap verir” dersiniz ama saygı duyulması ve özgürlük alanlarına müdahale edilmemesi lazım.
Bizim hadis kitaplarımızın kenarında kıyısında duran bir tane Hünsa (transeksüel) var. Hünsa olduğu söylenen bir adam. Bir adam Peygamberimize "bu adamı öldürsene" demiş. Peygamberimiz'de ona "Ben La ilahe illallah diyen bir adamı öldüremem" demiş. Ben bu adamın kim olduğunu sorguladım. Karşıma şöyle bir manzara çıktı: Vakıdi'nin siyerinde şöyle geçiyor "Mati ve Hit adında iki eşcinsel müslüman köle vardı. Bunlar evlilik hayatı yaşıyordu. Ve kimse bunlara zarar vermiyordu". Ki bir siyer kitabı hadis kitabından önce gelir. Çünkü biz Siyer’de Hazret-i Peygamber’i tanırız. Sonra döner hadis kitaplarında “Hazret-i Peygamber ne söylemiş?” diye bakarız. Kur'an'da da ben bu konuya bir dayanak bulabiliyorum. Bu tefsiri burada uzun uzun aktarmayacağım. Bunları bulduktan sonra da diyorum ki "biz bunu yitirmişiz, unutmuşuz, ama bu çağımız için çok büyük bir problemi çözüyor. Şu anda eşcinseller bir Alevi'den bir Kürt'ten daha mağdur yaşıyorlar. Sığınacakları hiçbir yer yoktur, aileleri bile reddeder onları. Ve Allah mağdurların yanındadır.