Ahmet Tezcan: Sabah’ı kibarca soyuyorlardı
Sabah gazetesinde gerçek anlamda gazetecilik yapılmadığını gördü. Üç maymunu oynayamadı... Ve kovuldu.
Yılların deneyimli ve usta gazetecisi
Ahmet Tezcan, yıllarca televizyon ekranlarında ve
kendi kurduğu Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde
medya eleştirileri yapmış, Türk basınındaki çarpıklıklarla mücadele
etmiş bir insan. E, böyle biri, bir gazetenin başına yayın
danışmanı olarak getirilince de rahat duramaz haliyle. Gördüğü
aksaklıkları illaki düzeltmek, doğru bildiğini yapmak ister. Ama bu
o kadar da kolay değildir.
Çünkü medyanın içinde, ne kadar idealist olursa olsun, insanın elini kolunu bağlayan, ayağına çelme takan ''derin'' dengeler vardır.
Başbakan’ın ‘’eski’’ basın danışmanı, Sabah gazetesinde Yönetim Kurulu Başkan Danışmanı olarak göreve geldiği ilk günlerde Turktime’de kendisiyle yapılan bir röportajda Sabah’taki görevini şu şekilde tanımlamıştı:
‘’Burası bir medya grubu. Bu medya grubunda görevim; biraz daha mobilize bir tarzda nerede sorun olduğunu tespit etmek, mevcut durumu düzenlemek, bir entegrasyon sağlamak ve bunları çözümleriyle birlikte projelendirerek yönetim kuruluna sunmak. Tabii ki icraatı da onlara bırakmak. İşin başında kim varsa onlarla birlikte bir potansiyel yaratmak.’’
Tezcan, Vatan gazetesinden Sanem Altan’a Sabah gazetesi hakkında ilginç açıklamalarda bulunarak Sabah’tan kovuluş nedenlerinin de ipuçlarını verdi.
Bu açıklamalardan Tezcan’ın, Sabah gazetesindeki sorunları tespit edip harekete geçtiğini anlıyoruz. Ama bu hareket belli ki bazı dengeleri -kendisini işinden kovdurtacak kadar- bozmuş.
''Kibar soygun
yapıldı. Büyük üç kağıttı.''
Kovuluşunun sürpriz olmadığını, bunun ayak oyunlarını, -pardon seslerini- önceden duyduğunu söyleyen Ahmet Tezcan diyor ki:
‘’… Çalışma stilimiz birbiriyle örtüşmedi. Yavaş yavaş, grup içi dengeler denen bir uygulama vardır ya, ben biraz hızlıydım. Hatta haddinden fazla hızlıydım.
Genel yapı içinde uyum kaybolmuştu. Grup sinerjisi yoktu.
Sabah, ATV, Yeni
Asır, dergiler birbirinden çok kopuktu. Ben koordinasyon
olsun istedim. Çünkü karşılaştığım yapı Babıali tarihinde görüp
görebileceğim ender bir yapıydı, benim için zenginlik oldu
açıkcası. ‘Bu da olabiliyormuş demek ki’ dedim yani.
Yayın politikasında da aklıma yatmayan işler vardı. Gerçek anlamda
gazetecilik yapılmıyordu.
Biraz danışmanlığın ötesine geçtim galiba ben de...Üç
maymunu oynayamadım.
Ahmet Çalık iyi niyetli bir insan. Eylülde,
Ramazan bayramında yarım maaş ikramiye dağıttı herkese.
Fakat buna rağmen Ergun’un seçtiği belli birilerine ‘aman bunlar
başka gazeteye gidecek’ diye yedi sekiz maaş ikramiye
dağıtıldı.
Kibar soygun yapıldı. Büyük üç kağıttı.
Çünkü asla gitmeyecek olanlara, gidecekmiş gibi gösterilip
dağıtıldı o paralar. Bu büyük huzursuzluk yarattı. Ergun gitti,
onunla birlikte aman gidecekler denilip de parayı alan herkes orada
hala.
Olacak iş değildi. Gazetecilik düzgün
yapılmıyordu. Oradadaki bazı entrik zekalar, bu
zekalarının onda birini gazetecilik yapmak için kullansalar
gerçekten Sabah gazetesi uçardı.
Kendi de yazdı ya zaten veda yazısında ( Ergun
Babahan) Bu kadar arabesk bir veda yazısı
da hiç görmemiştim. Ama şu anda kimlerle olduğuna bakarsanız o
yazının çelişkileri de çıkar ortaya.
O yazıda ‘bir hayat tarzını ve ayrıcalıkları bırakıp
gidiyorum’ diye yazdı. Gazetecilik yerine bir hayat tarzı
ve ayrıcalıklara odaklanmışlardı işte.
Biz gelene kadar –Rıdvan Memi ile birlikte- o gazete Deniz Feneri ile ilgili haber yapmamıştı.
Böyle bir vaka vardı. Bir vakayı hiç
görmemekle tamamen yalan haber yazmak arasında hiç fark yok. Deniz
Feneri'ni görmeyeceksin Zahit Akman'ın basın
toplantısını Yeni Şafak ve Star'la aynı gün
yayınlayacaksın. Olur mu öyle şey?
Olanı olduğu gibi ver bütün tarafların görüşünü de koy,
hakkaniyetli ol, gazetecilik neyi gerektiriyorsa onu
yap.
Sonra Genelkurmay brifingi için 4. dünya ülkesi gibi
‘başbuğ kriterleri’ diye manşet atacaksın, buna da
gazetecilik diyeceksin.
Benimle aynı gün işe başlayan Haber Koordinatörü Rıdvan
Memi bu anlayışı değiştirmek için tam 4 ay ne çileler
çekti orda, birinci dereceden şahidiyim. Dayanılmazdı
gerçekten.’’...
''İlk geldiğim gün başlamıştı problem''
Medya dünyasını takip edenlerin hatırlayacaktır Tezcan Sabah’taki görevine başladığı günlerde Babahan tarafından yazı işleri toplantısına alınmamıştı ve bu olay medya dedikodusu yapan internet sitelerine ‘’Babahan, Tezcanı yazı işlerinden kovdu,’’ şeklinde malzeme olmuştu.
Sanem Altan’a bu olayı doğrulayan Tezcan, Babahan’ın bu ‘’kaba’’ hareketi şahsına değil, pozisyonuna karşı yerini koruma refleksiyle yaptığını söylüyor ve bu olayın perde arkasını anlatıyor:
‘’Ben toplantıya geldim
arkadaşlara oda oda dolaşacağıma toplu merhaba demek istedim. ‘De
bakalım merhabanı’ deyince benim tepem attı. Ama o tavır şahsıma
değildi, pozisyonumaydı. Yerini koruma refleksiydi Ergun’unki.
Dolayısıyla oradan kovulan ben değildim. Bunu
gördüm. Güldüm, çıktım odadan.
İlk geldiğim gün başlamıştı problem…
İstanbul'a gelip Serhat Albayrak'la anlaştığım gün Ergun'la binanın girişinde karşılaştık, ona bildirmemişler sanırım beni almak istediklerini, ‘ooo nasılsın’ diye tokalaşıp öpüştük, ben ayrıldım Ankara'ya döndüm istifamı vermek için.
Benim kurum içi duyurum
yapıldığında Ankara'daydım. Ankara büroyu ziyarete gittim.
Okan Müderrisoğlu ve bütün arkadaşlar ordaydı.
Konuştuk, sohbet ettik. Sonra Okan Müderrisoğlu'na yapmadıklarını
bırakmamışlar ‘neden onunla ilgilendin’ diye. Üç
gün sonra da yazıişlerindeki o hadise yaşandı. Komedi yani...’’
''Ergun gitmedi o da benim gibi kovuldu''
Ergun Babahan’ın da gazeteden kendi isteğiyle ayrılmadığını
kovulduğunu ifade eden Teczan:
‘’ Ergun kendi gitmedi o da benim gibi kovuldu.
Haber Koordinatörü Rıdvan Memi, yeni bir haber yapılanması
istemişti. Buna çok ihtiyaç vardı çünkü. Ergun karşı çıktı. Çok
ciddi kriz oldu. Rıdvan Memi, ‘benim yapılanmam şudur’ dedi. Ergun
kabul etmedi. Araya birşeyler soktu, muğlak bıraktı.
Derken yönetim hem Ergun'un hem Rıdvan'ın gitmesine karar
verdi.
Ergun Babahan kovulabileceğini hiç düşünmedi bence. Ahmet Çalık'a
da herhalde çok aracı gitti, biliyorum ama Ahmet Bey fikrinden geri
dönmedi.
Ergun Babahan, zekasını gazetecilik için
kullansaydı Ertuğrul Özkök'ü yerinden sarsardı.
Yazık oldu, bence büyük bir fırsatı kaçırdı.’’ diyor.
...
Görünen o ki göreve başladığı ilk günlerde yaptığı açıklamalarda, ‘’Turkuaz Medya grubu Türkiye’de basının dönüşümünün, doğruya dönüşün, gerçek gazetecilik neyse ona dönüşün çekirdeği olacak. Bunun için yola çıktık. Ben bunun için evet dedim. Bunu yapamamak gibi bir şey de söz konusu değil.’’ diyen Tezcan’ın bu öngörüsü -en azından şimdilik- hoş bir hayal olarak kalmış durumda.
Ve anladığımız odur ki
Bizans entrikalarından beter yapılanmalar içinde doğru dürüst iş
yapmak mümkün değil. Bu oyunu kuralları ile oynamamakta direnenler
‘’oyunbozan’’ olarak harcanıveriyorlar. Bu kökleşmiş ve köhne
sistem değişmeden hiçbir şeyin değişmeyeceği de kesin.
Bir genelleme yaparsak, bu tür olayların her boyuttaki hakikatine
ve entrikaların derinine nüfuz
etmedikten, yani tanrısal bir güce sahip olmadıktan sonra kimin
haklı kimin haksız olduğunu kesin olarak bilmek imkansız.
Dolayısıyla bizlere de her tarafı dinleyerek kendi akıl, mantık ve
vicdan süzgecimizden geçirip ‘tahmini’ bir değerlendirme yapmaktan
başka bir şey kalmıyor.
Ve dileyelim ki işini dürüstçe yapmaya çalışan, vizyon sahibi gazetecilerin ‘’hepsi’’ bir gün gelip gerçekten hakettikleri ve layık oldukları yerlerde hizmet verebilsinler.
Vatan gazetesindeki söyleşinin tamamı
Ahmet Tezcan'ın Sabah’taki görevinin ilk günlerinde Türktime’a söyledikleri