Ahmet Kekeç kimlere şerefsizler dedi?
Asıl şerefsizler, Kekeç’in adını anmadıkları ama okuyunca hepimizin kim olduklarını anladığı “malum zevat”…
GAZETECİLER.COM-
Ahmet Kekeç’i bu kadar
kızdırırsanız olacağı buydu…
Ne miydi?..
Şerefsizlik tescilinin gazete arşivlerine kaydedileceği...
Mahkemelerin tescilinden daha
kalıcıdır…
Hele bir de işin “google” boyutu
var ki; seçim mürekkebinden milyon kere daha beter…
Seçim mürekkebi çıkar, google
arşivi çıkmaz…
Hadi bakalım gelin de temizleyin
şimdi bunu…
Peki…
Kekeç haksız mı?..
Bu soruyu kendimize de sorduk ve
cevabımız şöyle oldu. YERDEN GÖĞE KADAR HAKLI…
Buyurun bakın neden
haklı…
Çok ciddiye alındı... Çok
tartışıldı... İlker Başbuğ’un “açılım” konuşmasını bile gölgede
bıraktı...
Konu, “Ne yani, ben artık medyada
olmayacak mıyım?” diyenlerle, “bazıları artık medyada olmasın”
diyenler arasında bir tür ispat-ı vücut savaşına
dönüştü.
Alınganlıklar, sitem ha
keza...
Peşi sıra “listeler” sökün
ediverdi.
Eski hesaplar
görüldü.
Bununla birlikte bol dost
kayırmaca, bol düşman çatlatmaca...
Ekrem Dumanlı, oysa, mesleğin
“olması gereken” kurallarını hatırlatıyordu. Kimseyi medyadan
sürmüyordu.
Ergun Babahan da, vaktiyle,
“Değişimi adım adım takip eden, tartışmalarda başı çeken medya,
değişime kendisi ayak uydurabilecek ki?” deyip, zımni bir tasfiye
ihtiyacından sözetmişti ama, kabak Ekrem Dumanlı’nın başında
patladı.
Başlangıçta, ben de Ergun gibi
düşünüyordum.
Moda ifadesiyle, “toplumda esen
değişim rüzgarları” sadece belli başlı siyasi partilerin değil,
bazı yayın organlarının, bazı gazetecilerin, hatta belli bir
“habercilik” anlayışının da altını boşaltmıştı.
Bundan sonra Anavatan, DYP, DSP,
MHP, hatta CHP diye bir şey olmayacaktı, ama devletten “karton
fabrikası kredisi” dilenen tüccar gazeteciler
olacaktı.
Deniz Baykal olmayacaktı, “Paşa,
Başkanı hizaya soktu”, “411 el kaosa kalktı” diye başlık atan
mevkuteler olacaktı.
Devlet Bahçeli olmayacaktı, ama
“militarizme kul köle” köşe yazarları olacaktı.
Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bülent
Ecevit olmayacaktı, ama dün alkışladıkları hükümeti bugün yerin
dibine sokmakta beis görmeyen yalakalar ordusu olacaktı. Reva
mıydı?
Değişmeliydi.
Mutlaka değişmeliydi.
Meslek, bu adamlarla rezil
oluyordu...
Biri, şirketlerine el konulduktan
sonra atını da bırakıp kaçmıştı; “Benim şirketlerle, bankalarla,
televizyonlarla işim olmaz; ben siyasi bir partinin genel
başkanıyım” diyordu.
Bir başkası; televizyonu, bankası,
gazetesi olan bir yiğit, devlete ait milyarlarca liranın üstünde
oturduğu gibi, bir de İtalya’larda “şirket kurtarma operasyonları”
düzenliyordu.
Bir diğeri, devlet ihalelerine
girebilmek için elinin altındaki gazete ve televizyonları “baskı
aracı” olarak kullanıyordu. Bu cürmü de Yargıtay’ca onaylanmıştı
üstelik...
Bir de aralarında mebzul miktar,
“kasa hırsızı”, hortum sanığı, ihaleci, gasıp, “ajan eskisi”
vardı... Başbakan’a ana avrat dümdüz giden ve meslektaşlarını suç
örgütlerine hedef gösteren genel yayın yönetmenleri, “mahrem
daire”lerden bilgi ve yazı konusu sızdıran köşe yazarları,
gırla...
Bunlar gitmeliydi.
Eskiden böyle
düşünüyordum.
Kekeç’in
makalesi burada bitmiyor devamı var…
Var da biz Erman Toroğlu misali
araya girelim dedik…
Çünkü şöyle bir soru
sorabilirsiniz:
Yukarıda adı geçenlerin hangileri
“şerefsiz”?..
Adı geçenlere bakmayın
siz…
Asıl şerefsizler, Kekeç’in adını
anmadıkları ama okuyunca hepimizin kim olduklarını anladığı “malum
zevat”…
“Her devrin adamları”
yani…
Bu devrin adamı olmak, olabilmek
için de çok çabaladılar ama kimse yutmadı…
Neyse…
Kekeç’in yazısının tamamı
STAR’da…