Ahmet Hakan'ı polisler otelden aldılar

Karşımda beş kişi vardı: Resmi kıyafetli üç polis memuru, takım elbiseli bir otel görevlisi ve bir özel güvenlikçi.

GAZETECİLER.COM

İster inanın ister inanmayın...
Haberimizin başlığında hile yok, hurda yok, "çok okunalım" oyunbazlığı yok...
Polisler kargalar (haliyle kendileri de) kahvaltısını bile etmemişken geldiler...
Sabahın beşinde Ahmet Hakan'ın yattığı otel odasının kapısını çaldılar...
Ve meslektaşaımızı alıp gittiler...
"Kamera Şakası" gibi değil mi?..
Ama hayır...
Ortada ne kamera var, ne şaka...
Essahtan bir "yakalama"...
Essahtan bir "Türk polisi yakalar, tutar götürür merkeze, teşhir eder herkese" zihniyeti...
Hem de "olmayan bir suç" için...
Hem de bitmiş, beraatla sonuçlanmış bir dava için...
Hem de yıllardır emniyet kayıtlarında "aranan kişiler" listesinde adı durduğu halde yakalanmazken, ana muhalefet partisi liderini konuk ettiği gece...
Bunun adı kim ne derse desin, "medya baskısıdır"...
Bunun adı "bir yiğit 'Balyoz' dese, gör başa neler gelir" ayarıdır...
Bunun adı "seni de Sinan Aygünleştiririz; tek satır yazamaz, tek kelime konuşamazsın" despotizmidir...
"Bu daha henüz üvertir kâğıdı" mesajıdır...
"Kabağın büyüğü heybede" göz kırpışıdır..
Bakın nasıl...


TARAFSIZ Bölge bitti.

Tak! Tak! Tak! Tekinsiz olduğu her halinden belli olan bir ses...
Uyku ile uyanıklık arasında kafamı kaldırdım.
Bir daha dinledim.
Evet, kapı vuruluyordu.
Saate baktım: Sabahın 5'i...
Yaşlı insanlara özgü bir tevekkül içinde "Hayırdır inşallah... Hayırdır inşallah..." diye sayıklayarak kapıyı açtım.
Karşımda beş kişi vardı: Resmi kıyafetli üç polis memuru, takım elbiseli bir otel görevlisi ve bir özel güvenlikçi.
Gözlerimi ovuşturdum, bir daha baktım.
Evet, evet... Yasal mermisiyle polisler duruyordu karşımda.
Kısacık bir an içinde...
"Sanırım Silivri konulu bir rüya görüyorum" diye düşündüm.
Ve içimden mahpushane çeşmeleri aktı.

Polis memurlarından birinin "Hakkınızda yakalama emri var'Ahmet Hakan Bey" demesiyle irkildim.
Bu bir rüya değildi, kaskatı gerçekti.
Sabahları beş kahveyle bile kendine zor gelen bünyem, doğal olarak olayı hemen kavrayamadı.
"Ne? Yakalama mı? Emir mi?" falan diye kekeledim.
Polis memuru, benimkiyle abartılı tezat oluşturan hayli enerjik bir ses tonuyla "Evet, yakalama emri" dedi.
Sonra başladı anlatmaya: "İstanbul'da görülmekte olan bir dava nedeniyle hakkınızda yakalama emri çıkarılmış. Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor".

• ••
Hayatımın en hızlı toparlanmasıyla çiktım odadan.
İçinden telsiz seslerinin yükseldiği bir polis minibüsüne atladık ve "Ver elini Esat Karakolu" dedik.
Karakolda yorgun düşmüş polisler ve birkaç "olağan şüpheli" dışında kimse yoktu.
Olağan şüphelilerden biri bana yaklaşıp, "Sen Ahmet Hakan değil misin? Dönek olsan da severim seni" demesin mi?
Neyse... Araya polisler girdi ve gayet bir lüzumsuz tartışmanın önü kesildi.
• • •
Karakolda resmi işlemler tamamlandı.
Polis eşliğinde adli tabip'e çıktım.
(...) Çok geçmeden anlaşıldı ki...
Halikımda "yakalama kararı" verilen dava, Cem Uzan'ın bana açtığı davaymış.
Ben o davada ifade vermişim, "yakalama emri" kaldırılmış, hatta davadan beraat etmişim.
Ancak buna rağmen mekanizma işlememiş ve adım kayıtlarda,"aranan şahıs" olarak geçmeye devam etmiş.
Falan... Filan...
İstanbul'daki avukatımın olağanüstü çabası ve Esat Karakolu'ndaki polislerin samimi gayretleri sayesinde saat 09.30 da "Serbestsin" denildi bana.

Ahmet Hakan'ın yazısının tamamını