Ahmet Hakan'dan Eşrefpaşalılar röportajı
Ahmet Hakan köşesinden yaptığı 'Eşrefpaşalılar' analizlerine Akşam gazetesiyle yaptığı röportajda da devam etmiş.
Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Ahmet Hakan 5 Mart Cuma günü, 'Bir cemaat filmi olarak Eşrefpaşalılar' başlığıyla, söz konusu film vizyona girmeden duyumlarına dayanarak bir yazı yazdı. O yazana kadar da birçok kimse filme ilişkin fikir sahibi değildi. Vizyona girer girmez kendisini aradım ve hadi filmi birlikte izleyelim, bize filmin kodlarını çözün dedim. Kabul etti ve tek izin gününde erken kalkma pahasına buluştuk, filmi izledik. Çok çarpıcı yorumları var. Yan sayfada da filmin yapımcısının açıklamalarını bulacaksınız. Üstelik kabadayılığın kodlarını; Kasımpaşalılıkla Eşrefpaşalılık arasındaki farklılıkları ya da aynılıkları ve Eşrefpaşa'nın bugününü okuyacağınız kapsamlı bir haber hazırladık. İşte, tekmili birden Eşrefpaşa dosyası...
- Nasıl buldunuz filmi?
Sinematografi, senaryo, oyunculuklar, mekanlar açısından çok ilginç
değildi açıkçası. Hikaye çok aksıyordu; senaryo aksıyordu,
oyuncular aksıyordu. Sinematografisini bir yana bırakırsak ki ben
sonuçta bir sinema eleştirmeni değilim, bir sinema izleyicisi
olarak bu yönleri ile beni enterese etmedi ve beni çok fazla
kendisine çekmedi ama benim açımdan çok ilginç yönleri de
var...
TAMAMEN GÜLEN EFSANESİNİN
DOĞUŞUNU ANLATIYOR
- Nedir bunlar?
Eşrefpaşalılar filminin Gülen Cemaati tarafından finanse edildiği
ve bu cemaat tarafından büyük organizasyonlarla filme gidildiğini
biliyordum, ilk ben yazdım hatta o konu ile ilgili. Ama ben
şaşırtıcı bir hikayeyle karşılaştım. Neden? Çünkü bu film tamamen
Fethullah Gülen efsanesinin doğuş yıllarını anlatan bir
film.
- Bire bir aynı mı sizce?
Fethullah Gülen'in gencecik bir vaizken İzmir'e tayini çıkar;
İzmir'de sanırım Kemeraltı'nda bir camide vaiz olarak göreve
başlar. 60'lı yılların sonuydu galiba tam bilemiyorum... Ama
hayatında böyle bir dönem var. O dönemde de Gülen'in o gittiği
semtte çok etkili olduğu, orada dine yabancı insanları dindar
yaptığı, camiye çektiği şeklinde bir efsane vardır kulaktan kulağa
yayılan. Benim de kulağıma gelen, hepimizin bildiği bir hikayedir
bu. Bu hikayenin sinemaya çekildiğini gördüm. Filmdeki o imam
tamamen Fethullah Gülen, hatta bugün hala yaşayan, o dönem İzmir'de
Gülen'in tebliği ile dindar hale gelmiş eski kabadayıların bugün
cemaatin önemli isimleri arasına girdiği de söylenir.
- Mehmet Kamış, Zaman'daki köşesinde filmin kahramanlarının
gerçek hayatta olduklarını, bu kabadayıların şu anda da Gülen'in
yanında olduğunu şu sözlerle yazmıştı köşesinde: '... Özcan, Münir,
Ender, Sermet, rahmetli Zafer! Fethullah Gülen Hocaefendi ile
tanıştıktan sonra 30 yıl boyunca yanından ayrılmayıp kendilerince
korumalık yapan, dünyanın neresinde olursa olsun onu yalnız
bırakmayan bu isimler, bayramın birinci günlerini bugüne kadar
evlerinde hiç geçirmedi.'
Demek ki aynı şeye çıkıyor, öyle şeyler anlatılırdı. 60'lı yılların
sonu 70'li yılların başında Gülen hareketi, dine ve dini hayata
yabancı insanları daha dini hayata çekme çabası içindeydi. Onun ilk
başlangıcının hikayesi bu film. Abartılı yanları vardı tabii. O
hikayede Fethullah Gülen çok hatasız; mükemmel bir insan olarak
gösteriliyor; bunları bir kenara bırakacak olursak bayağı dikkatimi
çekti, enteresan buldum.
FİLMDEKİ HOCA DA İMANI
KURTARMA DERDİNDE
- Dikkatinizi çeken başka neler vardı?
Mesela Fethullah Hoca hiç evlenmedi, filmdeki hocanın da yaşı
ilerlemiş olmasına rağmen bir aile hayatı yok. İkincisi Fethullah
Hoca hareketi 'tolerans, hoşgörü' sloganlarını sık kullanır. Burada
da Gülen'i canlandıran Hoca, tamamıyla tolerans ve hoşgörüyü
kullanıyor. İçki içenlere; uyuşturucu kullananlara bile anlayışla
yaklaşıyor ve gönülleri bu anlayışla fethediyor. İmanı kurtarma çok
önemlidir Gülen Hareketi'nde. 'Dönem imanın kaybedildiği bir dönem,
ayrıntılarla uğraşmayalım. İnsanların bir takım İslam'a uymayan
alışkanlıklarıyla uğraşmak yerine o insanların imanını kazanalım'
gibi genel bir tezleri vardır. Film yine ona uygun mesajlar da
veriyordu açıkçası.
- Bir kenara bırakacak olursak dediğiniz, abartılı
bulduğunuz şeyleri de öğrenebilir miyim?
Oyunculuklar, espriler... O esprilerin hepsi de sanırım cemaat
içinde öteden beri anlatılan hikayelerdir. Adam hırsızlık yapmış,
çaldıklarını camide saklıyormuş. Sonra o malları sahiplerine iade
etmişler. Bu benim de yıllar önce kulağıma gelen bir hikayeydi,
filmde aynen kullanılıyor. Salt iyiliği anlatan destansı bir şey ve
bence abartılı...
- Filmde ilginç detaylar vardı; mesela Hoca'nın
çalınan valizinden çıkan kitaplar Gülen Cemaati için önemli
mi?
İmama yani Fethullah Gülen'e ait valizdeki -ki filmde bu karakterin
ismi geçmiyor hep Hoca diye bahsediliyor- kitaplar içinde Nurcu
denilen kesimin itibar ettiği yazarların kitapları vardı. Mesela
Beddiüzzaman Saidi Nursi'nin bir kitabını gördüm. Vehbi
Vakkasoğlu'nun 'Başkasının Günahına Ağlayan Adam' kitabı vardı. O
camianın itibar ettiği yazarlar ve kitaplar.
- Filmin sonundaki teşekkür listesi de dikkatinizden
kaçmadı...
İlk teşekkür edilen kişi için isim vermeden O'na deniliyor. İlk
etapta Hoca Efendi'ye teşekkür etmişler sonra işte filme katkısı
olan diğer insanlara.
CEMAATİN İYİLİK
HAREKETİ MESAJI FİLMDE DE VAR
- Peki, hikayenin mesajını nasıl buldunuz? Güçle erdemin
savaşından bahsediliyor...
Tamamen iyiyle kötünün savaşı ve iyinin galip çıkmasını anlatıyor.
Yani Gülen Hareketi içinde, o hareketi destekleyenler, savunanlar
'Biz bir iyilik hareketiyiz işte bu nedenle büyüyoruz' diyorlar;
onun küçük bir örneğini sergilemeye çalışmışlar.
- Filmin galasına Başbakan, ailesi ve kabinedeki bazı
bakanlarla birlikte katıldı, bunu nasıl
yorumluyorsunuz?
Başbakan, kişisel tercihini kullanmıştır, keşke bu tip
etkinliklerinin sayısını biraz daha artırsa. Daha önce de Kurtlar
Vadisi filmine eşi gitmişti. Yine eşini, Mazhar Alanson'un
konserinde gördüm. 'Kendisi niye bu filme gitti? Fethullahçılara
mesaj mı vermek istiyor?' gibi yorumlamaktansa, kişisel tercihidir
ve bunların sayısını artırmalıdır diyorum... Artırırsa bu olumsuz
değerlendirmeler ortadan kalkar. Mesela Atatürk filmini seyretsin;
çok da güzel olur değil mi? Ya Zülfü Livaneli'nin 'Veda' filmini ya
da şimdi vizyona girecek olan Turgut Özakman'ın senaryosunu yazdığı
'Dersimiz Atatürk' filmini görebilir... Bu tür kültürel meselelere
zaman ayırmasında fayda var diye düşünüyorum.
- Ekrem Dumanlı sinema yazılarında 'Yeşilçam'la
dindarların hesaplaşması' üzerine yazılar yazıyor. Sizce bu film
böyle bir hesaplaşmanın ürünü mü?
Ekrem Dumanlı'nın çıkış noktasına hiç katılmıyorum. Dindarlar,
olmayanlar; dindarların sineması, dindar olmayanların sineması...
Bu tür ayırımlar feci halde sinema sanatının doğasına aykırı. Tek
tek eserlere bakılır, eserler konuşur yoksa bir grup dindar bir
araya gelerek film yapamaz; yapar ama yaptığı sanat olmaz. Ekrem,
öteden beri bununla ilgili birçok yazı yazdı. Bu yazıların, filme
katkısı olabilir bunu bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki
cemaat bu konuda bir şeyler yapmak istiyor. Nasıl ki herkes
etrafındaki 10-15 kişiyi Zaman Gazetesi abonesi yapsın diyerek
muhteşem bir tiraj başarısı elde ettiği halde gazete etkin
olmuyorsa, gazete olmuyorsa sinema da yine böyle yapay emisyonel
yollarla ne kadar gişe başarısı elde ederseniz edin bir sinema
eseri olmuyor.
PROPANGANDA
FİLMİ
- Ama cemaat de tam da böyle bir şey değil mi, birlikte hareket
etme, bütünün parçası olma...
Sinema ve edebiyat yani propaganda aracı değildir. Sanatın
motivasyon araçları, kaygıları bambaşkadır ve tamamen bireysel
yaratıcılıkla ilgilidir. Özgün bir eser ortaya koymak sanatçının
kişisel dünyasının dışa vurumudur. Propagandacılıkla hareket etmek
sinema sanatının doğasına, sanatın doğasına aykırı...
- Peki, filmde aşk, uyuşturucu gibi unsurlar da var; sizce
cemaat çerçevelerine göre sansür uygulanmış mı uygulanmamış
mı?
Dini önceliklere dikkat edilmiş. Senaristi, hikayeyi yazan, yöneten
kişileri tanımıyorum ama o duygu dünyasına yabancı değillerdir diye
düşünüyorum. O hassasiyetleri bildikleri için, onun esneme
paylarını da bilirler; gördüğüm kadarıyla esnetmiş esnetebildiği
kadar. Mahalledeki iki kabadayının aşık olduğu Eleni ve diğer aşk
hikayeleri araya karışmış, güzeldi, yadırgamadım; onları cemaatin
içindeki insanlar da yadırgamaz. Çok büyük bir disiplin içinde
kenarları, köşeleri çerçevelenmiş bir film değil.
- İlk yazınızı yazdığınızda filmi izlememiştiniz, film
ekibi bunu izlemeden film eleştirmek olarak
yorumladı...
Evet, filmi izlemeden yazdım ama ben bunu yazdığımda zaten film
vizyona da girmemişti. Film ile ilgili söylentileri yazdım, o
kadar; film eleştirisi yazmadım.
Cemaate yakın olanlar bu filme bayılacak
Bu
filmi iki türlü insan seyredebilir: Bir, Fethullah Gülen'i seven, o
cemaatin içinde organik ya da inorganik bağı olan insanlar. Onlar
seyrettiklerinde bir sinema filmi değil de gönülden bağlı oldukları
Hoca efendinin gençlik yıllarını anlatan bir hikayeyi seyrediyor
gibi seyredecekler dolayısı ile bayılacaklar ve kusurlarını
görmeyecekler. Ama Hoca Efendinin mesajlarının olup olmadığını
ilgilendirmeyen sıradan seyirci için vasat hatta vasatın altında
bir film.
Sinema sanatında cemaat dayanışması olmaz. O zaman dünyanın en kötü
ve rezil filmini çekersiniz, yukarıdan biri 'Bu filme gidilecek'
der. Gidersiniz, gişeleri doldurursunuz. Bu, o filmin başarısı
anlamına gelmeyecektir... Siz eğer başarı ölçüsünü '3 milyon gişe'
olarak koyarsanız bu yorumlar yapılır.
Gülen'in Eşrefpaşa'da yaptığı değişimi Başbakan Erdoğan da
Kasımpaşa'da yaptı
- Başbakan Erdoğan'ın, 'Eşrefpaşalı ya da Kasımpaşalı
diye araya çizgi çekmeye gerek yok, hepsi aynı' cümlesini nasıl
yorumladınız?
Eşrefpaşalılar ile ilgili anlatılan hikaye 60'lı yıllara ait bir
hikaye... Eşrefpaşa'nın kabadayıları mahalleye gelen Fethullah
Gülen'in aracılığı ile kabadayılıktan vazgeçip dindarlaşmışlar.
Benzer bir hikaye Kasımpaşa için de geçerlidir. Tayyip Erdoğan,
Refah Partisi'nde Beyoğlu İlçe Başkanı'ydı, daha sonra da
Beyoğlu'ndan belediye başkan adayı oldu. O dönemde kahvelerde
propaganda yapılırken Kasımpaşa'daki kabadayıların dünyası ile çok
fazla iç içe geçtiler, tıpkı Eşrefpaşa'daki gibi... 'Kasımpaşa'nın
kabadayıları Refah Partili oldu', 'Namaz kılarken şöyle yaptılar,
hadis okunurken böyle yaptılar' diye İslami camiada anlatılan
fıkralar bile vardır. Yani Fethullah Hoca'nın Eşrefpaşa'da
gerçekleştirdiği dini dönüşümü, içinde siyaset de barındıran bir
dinsel dönüşüm olarak Tayyip Erdoğan, Kasımpaşa'da gerçekleştirdi.
'Ha Eşrefpaşa, ha Kasımpaşa, hepsi aynı' derken sanırım o
hatıraları gözünde canlandı ve ikisi arasında bir bağlantı kurdu
Başbakan...
- Peki ne tür fıkralar anlatılırdı; bir örnek verebilir
misiniz?
Hz. Muhammed, Mekke'nin önemli kişilerini ağırlayacakmış.
Telaşlıymış, gözleri görmeyen bir adam gelmiş o sırada... Bir şey
sormak istemiş, fakat Hz. Muhammed, o telaşla pek yüz
verememiş adama. Adam da üzgün bir şekilde gitmiş. Bunun
üzerine Abese Suresi inmiş. 'Surat astı ve yüz çevirdi.
Kendisine o kör geldi diye. Nerden biliyorsun; belki o,
temizlenip-arınacak?' diye Peygamberimizi uyaran hatta şiddetli bir
şekilde ikaz eden bir Sure. Fıkra şöyle: Camide hoca, Kasımpaşa'nın
kabadayılarına vaaz veriyor. Onlar da Refah Partili olmuşlar,
camiye gitmeye başlamışlar... Bu sureyi ve hikayesini anlatıyor.
Kabadayılar da çıkışta birbirleri hocanın anlattıklarını konuşup
aralarında tartışıyorlar. Bir tanesi diyor ki, 'Allah bizim
peygambere bir fırça bir fırça...'
İslami film değil sanat eseri olsun
İran sinemasına bakın, harikulade örnekler var. Örneğin, 'Baran'
isminde bir film var; en küçük bir propagandaya yer vermiyor ama
yaydığı hava, o derin anlam bize bir medeniyet dünyasının
kapılarını aralıyor. Bir Doğu medeniyeti, İslam medeniyeti... Baran
filmi benim için bu izlediğimiz Eşrefpaşalılar filminden çok
daha İslami'dir. Ama Baran'ın İslami olmasından önce; benim de,
Fransa'daki seyircinin de, Londra'daki seyircinin de, Pakistan'daki
seyircinin de algılayabileceği evrensel, insanlığa dair bir mesajı
var. Bu nedenle bir sanat eseri. Sinemanın değişik alanları da var.
Belki biri 'Biz bu işin eğlencesini yapıyoruz', başkası 'Biz
propagandasını yapıyoruz' diyebilir. Bunlara bir şey demiyorum,
sadece kendi bakış açımı söylüyorum.
GÜLAY ALTAN - AKŞAM