Ahmet Hakan savcıya ne desin daha!
Hani derler ya “öl de ölelim” ama…Bir şartımız var!...Daha önce verdiğin her sözü tutacaksın…
GAZETECİLER.COM -
Ahmet Hakan çok
öfkeli…
Burnundan soluyor…
O kadar ki, bir zamanlar ekmeğini
yediği, suyunu içtiği gazeteye, “Sabah adı verilen gazete” bile
diyor…
Diyebiliyor…
Öfkesinde haklı ama SABAH’ın ne
suçu var?..
Kendisi ona buna sataşırken bunu
“Hürriyet” adı verilen(!) gazete adına mı yapıyor?..
Neyse…
Dönelim Hakan’ın savunma içerikli
makalesine…
Denildi ki: “Ahmet Hakan askere
gitmemek için dümen çevirmiştir... Delilimiz var, tanığımız var...
Kanıtlamaya hazırız...”
Bu iddia bir kere, iki kere, üç
kere falan yer almadı o gazetede...
“Bohçacı kadın” üslubuyla, bin bir
hakaretlerle bezeli olarak, belki 40 kez yazıldı...
Ne yapabilirdim bu durum
karşısında?
Birinci seçenek
şuydu:
“İhbar yazıları” yazan bu “bohçacı
kadın üslubu”yla elde kalem cenk edebilirdim...
Bunu yapmadım...
Çünkü “bohçacı kadın üslubu”na,
kabil-i hitap muamelesi çekemezdim...
Peki susacak mıydım? “Hiç kaale
almıyorum” havası mı basacaktım?
Ama o zaman da...
“Kim yazıyor? Ne yazıyor? Niye
yazıyor?” meselelerine zerre kadar kafa yormayanların
nezdinde...
“Mücrim” gibi algılanmam söz
konusu olmaz mıydı?
Ahmet
Hakan kızmakta haklı
mı?..
Evet…
Hem de yerden göğe haklı
ama…
Ya kendisinin başkalarına
yaptıkları?..
Onları ne çabuk
unutuyor?..
Daha doğrusu unutabiliyor
mu?..
“Çalma kapımı, çalarlar
kapını”…
Devam ediyor Hakan:
İşte bu yüzden...
Yani “mücrim” gibi algılanmayayım
diye...
Tuttum, bu iddiayı mahkemeye
taşıdım...
İstedim ki:
“Askere gitmemek için dümen
çevirdi” iddiası, mahkemede soruşturulsun...
Ben “dümencinin teki” miyim, yoksa
iddiayı ortaya atan şahıs “müfterinin teki” mi ortaya
çıksın...
Avukatlarım “Savcı”ya başvurdu...
Dosyalar sunuldu, ifadeler verildi...
Ve sonunda “Savcı” karar
verdi:
“Bu konuda bir kovuşturmaya yer
yoktur.”
Yani...
İddianın “gerçek” mi “iftira” mı
olduğu konusunun mahkemede ele alınmasına gerek yok
imiş...
Savcı Bey’in takdiri böyle
imiş...
* * *
Şimdi Savcı Bey’e
soruyorum:
Savcı Bey...
Biri size “Hırsız” dese... Elinde
birtakım belgeler olduğunu söylese... Tanıklarının olduğunu
söylese...
Söylemekle kalmayıp, bunu yazılı
basın organında defalarca tekrarlasa... Ve size hakaretler
etse...
Siz de mahkemeye başvurup, “Bana
hırsız diyor... Ben hırsız değilim... Benim hırsız olduğumu
ispatlasın” deseniz...
Ve mahkemeden de “takipsizlik
kararı” çıksa... Yani “Kovuşturmaya gerek yoktur”
denilse...
Ne yaparsınız?
“Bu nasıl adalet?” diye haykırmaz
mısınız?
Bir dakika Ahmet
Hakan!...
Bu “Dalak” mevzuunda yanında
nevzuhur ediyoruz…
Sonuna kadar sana
desteğiz…
Ne istersen
yaparız?..
Hani derler ya “öl de ölelim”
ama…
Bir şartımız var!...
Bu güne kadar sana yapılan ruhsal
tacizin bin beterini yaptığın kişilerden toplu bir özür
dileyeceksin…
Daha önce verdiğin her sözü
tutacaksın…
Öncelikle, “Haşmet abi ile bile
barışabilirim” sözünü neden yerine getirmediğini cümle âleme
açıklayacaksın…
Hülya Avşar’a niçin çaktığını da…
Göksel’i
neden övdüğünü de…
Ali Kocatepe’ye neden yağcılık yaptığını da…
Ve…
Bir zamanlar tutuklanıp hapse
konan (mahkûmiyetsiz) Tuğba Özay’a neden çaktığını ve fakat boşuna
altı ay hapis yattıktan sonra niçin kendisinden özür dilemediğini
de…