Ahmet Hakan kaybetti
Mesai arkadaşın Melis Alphan’ın ulusal bir yara halinde yüz yıllardır süregelen “ensest” ilişkisine dikkat çeken yazısına verdiği oran açısından değil ensestin olup olmadığı açısından bakmalıydın.
Sevgili Ahmet (Hakan)…
Sana hakaret etmiyorum; etmem de…
Sana küfür etmiyorum, etmem de…
Seni aşağılamıyorum; aşağılamam da…
Sana iftira atmıyorum, atmam da…
*
Seni, yaşça ve meslek büyüğün olarak eleştiriyorum…
Nitekim her eleştirim sonrasında ya birilerinden özür diliyorsun,
ya dilini
yumuşatıyorsun, ya da geri adım atıyorsun…
Ama...
Bu arada hem yazdığın kuruma kaybettiriyorsun…
Hem de kendin kaybediyorsun.
*
(Bence) Mesai arkadaşın Melis Alphan’ın ulusal bir yara halinde yüz
yıllardır
süregelen “ensest” ilişkisine dikkat çeken
yazısına verdiği oran açısından değil
ensestin olup olmadığı açısından bakmalıydın.
Rakamları tartışmak yerine keyfiyeti tartışmalıydın…
Ensest olmadığına inanmayabilirdin de ve (Bence) hiç kimse sana
“nereden
biliyorsun?” diye sormazdı…
Ama sen keyfiyetin felâketini kabul edip Melis’e destek
vermek veya “Zorlama
yoksa…” falan diye girseydin tartışmaya fikrini
söylemiş olurdun…
*
Ve Ahmet…
Mesai arkadaşını eleştirirken bile kullandığı dil tam bir
“seviyesizlik” örneği idi…
O seviyesizliğin yetmedi…
“Bakın, işte bu kadın sizin hepinizi ensest ilişki yapan
birer kıro olarak
gösterdi” mealinde bir cümle de kurarak mesai
arkadaşını; partili kimi
fanatiklerin önüne yem olarak attın…
*
Bugün köşende dip not olarak Melis’i kastetmediğini yazman;
pimini çekip
Alphan’ın üzerine attığın bombanın patlama riskini önlemeye
yetmez…
*
O cümleyi hiç kurmamalıydın Ahmet…
Yani…
“Her seçimde ‘bunlar niye onlara oy veriyor’ diye daha çok
ağlaşırsınız”
dememeliydin…
Ama dedin ve kaybettin…
Allah Melis’i korusun…