Ahmet Hakan esti gürledi ama…
"Başbakan'ın günahsız olduğunu söylemekle acele etmişim çünkü" diye başla ve seni fikrinden vazgeçiren......
GAZETECİLER.COM - (ÖZEL) Ahmet Hakan bazı "mini" yorumlarımıza
alınıyor.... Hiç de hoş olmayan tavırlar takınıyor bize karşı..
Oysa amacımız onu incitmek değil, bizim (gazetecilik) penceremizden
gördüğümüz yanlışlarını hatırlatmak. Bunu yapmaz da sadece onun
bunun nereden nereye gittiği haberini verirsek gazeteciliğin
magazinini yapan bir "dedikodu" sitesine
dönüşürüz.
Doğru bildiğimiz yolda devam
edeceğimizi bir kez daha taahhüt edip Ahmet Hakan’ın 13 Eylül 2009
Pazar günü yayımlanan makalelerinden birini yeniden bilgilerinize
sunalım…
Arkadaşlar!
Eğer Tayyip Erdoğan, Kâbe'nin
mutlak hâkimi olsa idi...
Ve yine eğer Tayyip Erdoğan, Doğan
Grubu'na öldürücü vergiler salan adam olsa idi... Gayet haklı
olurdunuz...
Gerçekten de iktidara yaranmak
için umreye gitmiş olurduk...
“Umreye git/Cezadan kurtul”
hükmüne sığınmış ve yedi tavaf ile işi bitirmiş
olurduk...
Böylece hem “ceza”dan yırtar, hem
de “ulufe”yi kapardık...
Ama gelin görün ki...
NE KÂBE TAYYİP ERDOĞAN'INDIR, NE
DE VERGİYİ ERDOĞAN SALMIŞTIR...
Dolayısıyla...
Boşa kostaklanmayın, buradan
kostak bir durum çıkmaz derim...
Bir kez daha okudunuz çünkü biz de
bu bölümü o gün aldık ve "Ahmet Hakan, vergi cezası yazılmasından
Başbakan Erdoğan'ı sorumlu tutmuyor" diye yazdık...
Peki son üç gündür ne oldu da
Ahmet Hakan, o günkü itiraf ve kabulüne tamamen "zıt" şeyler
yazıyor...
Neden Başbakan'ı "zan" altında
bırakıyor?..
Kendisine, Başbakan hakkındaki
düşüncelerini değiştirten somut gerekçe ne?..
Yoksa "dönüşmeye hazır" biri
olarak gerekçesiz mi döndü yine?.
Bakın...
Pazar günü yukarıdaki yazıyı yazan
Ahmet Hakan bugün nasıl esip gürlüyor:
Orman kanununu yazdım
yeniden
“ORMAN kanunu” dediğimiz kısaca
şöyle bir şeydir:
MADDE BİR: Gücü elinde bulunduran
her zaman haklıdır.
MADDE İKİ: Gücü elinde
bulunduranın haksız olduğu durumlarda birinci madde
uygulanır...
Ve bu da hüküm
cümlesi:
Türkiye denilen üç tarafı
denizlerle çevrili güzel memleketimizde orman kanunu caridir.
Uygulayıcılar, hedefler, amaçlar, gerekçeler değişir ama “yasa”
asla değişmez...
* * *
Gelin, bakalım 28 Şubat
günlerine... Yani güçlünün elinde “laiklik baltası”nın olduğu
günlere...
Ne oluyordu o günlerde “laiklik”
gerekçesiyle?
Hatırlayalım:
Ellerine “laiklik baltası”nı alan
generaller gazete patronlarını sıkıştırıyorlardı... Manşet
attırıyorlar, manşet çıkarttırıyorlardı... Andıç veriyorlar, kelle
alıyorlardı... Başörtülü kızları üniversiteden uzak tutarak, namaz
kılan bürokratı büyüteç altına alarak, bir kısım sermayeyi yok
etmek için planlar kurarak laikliği koruduklarını düşünüyorlardı...
Savcısı, yargıcı önce askerden brifing alıyor, sonra karar
veriyordu... Kafaları attı mıydı geçiriveriyorlardı Sincan’dan
tankları... Asker korkusu salıyorlardı yüreklere... Sorgusuz
sualsiz işten atmalar, olmayan suçlar ihdas etmeler, tehditler,
şantajlar gırla gidiyordu. Gerekçe laiklik olunca, “hak”, “hukuk”
ve “adalet” teferruat oluveriyordu... 28 Şubat’ın yandaş medyası da
elinden geleni ardına koymuyordu...
* * *
Ve şimdi de gelin bakalım “devr-i
Tayyip”e... Yani güçlünün elinde “demokrasi baltası”nın olduğu şu
günlere...
Ne oluyor bugünlerde “demokrasi”
gerekçesiyle...
Şunlar oluyor:
Ellerine almışlar “demokrasi
baltası”nı, önlerine geleni doğruyorlar... Vergi salıyorlar, yazar
beğenmiyorlar, tasfiye düşleri kuruyorlar... “Söz söyletmem sözüm
üstüne” diyorlar... “Gözünün üstünde kaşın var” diyeni “demokrasi
düşmanı” ilan ediyorlar. Bir numarası Yalçın Küçük olan bir davaya
hepimizin sorgusuz sualsiz iman etmemizi istiyorlar. Etmezsek
“darbeci” diye yaftalıyorlar... Ya doğrudan yok ediyorlar ya da yok
etmenin bir başka biçimi olan “yok sayma” işine girişiyorlar...
Sofistike şantajlar ve kibarından göz korkutmalarla egemenliklerini
pekiştiriyorlar... Gerekçe demokrasi olunca “hak”, “hukuk” ve
“adalet” teferruat oluveriyor. Yandaş medyanın cazgırları da habire
ateşe odun atıyor...
* * *
Allah’a bin şükür ki bütün
kusurlarıma, bütün yanlışlarıma rağmen, ben bu “orman kanunu”na
asla teslim olmadım...
Güçlünün elinde “laiklik baltası”
varken, gidip DSP’den milletvekili olmak için yaltaklanmadım.
Güçlünün elinde “demokrasi baltası” varken de, gidip “Başbakanlık
Sözcülüğü” yapmadım...
Şükürler olsun ki...
İster “laiklik” adına yürütülsün,
ister “demokrasi” adına...
Adına “Höt zöt düzeni” denilen bu
düzene boyun eğmedim, zillete düşmedim...
Gücümün yettiğince güçlüye ses
çıkarmaya çalıştım. Merkezi istinat noktasından gelen her türlü
talebi emir telakki etmedim. Ne sindirme gerekçesi “laiklik”
olduğunda sindim, ne de “demokrasi” olduğunda...
* * *
Benim için...
“Dönek” diyebilirsiniz...
“Amaçsız” diyebilirsiniz... “Misyon sahibi değil” diyebilirsiniz...
“Özenti” diyebilirsiniz... Devşirme” diyebilirsiniz... “Kendisi
için yaşıyor” diyebilirsiniz... Hatta “Dalgacının teki” bile
diyebilirsiniz...
Sorun yok... Hiç sorun
yok...
Ama sadece şunu
diyemezsiniz:
Orman kanununun yürürlükte olduğu
ilkel düzenin tekerine hiç çomak sokmamış bir adam...
İşte bunu
diyemezsiniz...
Deriz Ahmet Hakan...
Deriz çünkü, 13 Eylül tarihli
yazını henüz "tekzip" etmedin...
Önce onu tekzip et
"Başbakan'ın günahsız olduğunu söylemekle acele etmişim
çünkü" diye başla ve seni fikrinden vazgeçiren somut
gerekçeyi açıkla...
Aksi halde, "dönmeyi
meslek edinmiş bir" olarak anılmaya devam
edersin...