Ahmet Altan'dan Başbakan'a sert eleştiri

Taraf'ın yayın yönetmeni Ahmet Altan uzun bir aradan sonra sert bir medya ve hükümet eleştirisi kaleme aldı. Altan hem Türk hem Kürt medyasına çaktı...

GAZETECİLER.COM
Taraf'ın yayın yönetmeni Ahmet Altan uzun bir aradan sonra sert bir medya ve hükümet eleştirisi kaleme aldı. Öldürülen PKK militanlarının cesetlerine işkence yapıldığı yönündeki iddialar karşısında Başbakan'ın aldığı tavrı 'utanç verici' olarak değerlendiren Altan hayli ilginç bir medya eleştirisi yapmış. İlginç olan şu ki bu eleştirinin hedefinde sadece Hürriyet gazetesi yok. Altan, Kürt medyasına da sert eleştiriler yöneltmiş bu kez.

Merkez Türk ve Kürt medyasının Aktütün, Dağlıca gibi 'kuşukulu' PKK eylemlerini sorgulamadığını yazan Altan, bu iki düşman medya akımının bu noktada ilginç bir şekilde uzlaştığını söylüyor. Taraf yazarına göre; işkence edilen PKK'lıların cesetleri karşısında Hürriyet nasıl suskun kalıp olan biteni görmezden geliyorsa, 'Heron'ları düşürün' diyen subayı da Kürt medyası görmezden geliyor.

Savaş ve gerçek
Uzun süren savaşlarda gerçekleri bulmak çok zorlaşır.
Gazeteler ve televizyonlar "gerçekleri" aramaktan ve göstermekten vazgeçer, "düşmanı" hırpalayacak, "dostu" sevindirecek haberleri tercih ederler.
 Kürt gerillaların cenazelerine, vicdana, hukuka ve
dine hiç uymayan biçimde saygısızca ve insafsızca
davranıldığında, bunun kendisine haber verilmesine
saygısızca tepki gösteren Başbakan'ı eleştiren
satırlara "tipik" Türk gazetelerinde pek rastlamazsınız.
  Onlar, kendilerini savaşın rüzgârına öylesine
kaptırmışlardır ki "ölülere saygı gösterilmesi"
gerektiğini bile unutmuşlardır.
  Bir insan öldüğünde "savaş" biter.
  O ölünün ailesine teslim edilmesi ve sonsuz
yolculuğuna usulünce uğurlanması gerekir.
  Böyle yapılmadığı yolunda bir iddia başbakanın
önüne gelirse, başbakan bunu araştırmakla
yükümlüdür, bu iddiayı önüne getirene kızmakla değil.
  Ama bizim başbakan öyle yapmadı.
  Cenaze namazında "düşmanlıkların" bitirildiğini, bu
hayata ait bütün hesapların kapatıldığını,
"helalleşildiğini" ve "gidenin" hep bir ağızdan "iyi
bilirdik" diye yolcu edildiğini hiç hatırlamadan, "onlar
da bizimkilere yapıyorlar" türünden izansız bir tepkiyle
meseleye sırtını döndü.
  Hâlbuki bunu araştırmak, ölülere saygı
gösterilmesini sağlamak onun göreviydi.
  Bunu, hiç kimseye değilse, onların ailelerine borçluydu.
  Evladını itikadına uygun biçimde gömmenin bir
babanın elindeki son teselli olduğunu aklına bile
getirmedi.
  Yaptığı utanılacak bir işti ve Türk medyası bunu
eleştirmedi.
  Türk medyası da "düşmanlığı" ölüm noktasında
bitirmek gerektiğini düşünmedi.
  Üstelik de "ölülere saygısızca davranıldığı"
iddiasını da gözlerden sakladı.
  Biz "ölülerle savaşmayın" manşetini attığımızda
onu da görmezden geldi.
  Kürt medyası tam tersine gerilla cenazelerine sahip
çıktı, ölülere yapılan saygısızlığı anlattı, bunu kınadı.
  Doğrusu buydu.
  Ama gerilla cenazeleri hakkında "hakkaniyetle"
davranan Kürt medyası da Reşadiye baskınıyla ilgili
tek satır eleştiri  yazmadı.
  "Tam barış aranırken bu baskın da nereden çıktı"
demedi.
  Kürtler kendi aralarında bile Reşadiye baskınıyla
ilgili eleştirilerini ve kuşkularını dile getirirken, bu
eleştirilerle kuşkular "merkez" Kürt medyasına hiç
yansımadı.
  Gerçekleri Kürt medyası da aramadı.
  Görüyoruz ki iki "medya" da kendilerini savaşın bir
parçası haline getirmiş, "gerçeklerle" uğraşmaktan
vazgeçmiş, kendi "taraflarının" propagandasına
kuvvet vermiş.
  Diyelim ki bu da anlaşılabilir bir şey.
  Bir savaş var ve "medyalar" da kendilerini bu
savaşın tarafı olarak görüyor.
  Peki.
  Doğru bir gazetecilik türü değil ama dünyada bu tür
gazeteciliğin de çok örnekleri var.
  Bunu böyle kabul edelim ve iki tarafın da
haberlerinde ve eleştirilerinde tarafgir olmasını
savaşın parçası sayalım.
  O zaman bu "iki" medyanın birbirine hiç
benzemeyen yaklaşımlar göstermesi gerekiyor, değil
mi?
  Birinin sakladığını öbürünün açığa çıkarması,
birinin eleştirdiğini öbürünün savunması icap ediyor,
değil mi?
  Ya, bu birbirine karşıt iki medya bazen ortak tavır
alıyorsa, ona ne diyeceğiz?
  İşte benim için şaşırtıcı ve kuşkulu olan, Türk ve
Kürt medyasının zaman zaman ortaya çıkan ortak
tavırları.
  Bugün Türk "merkez" medyasını okuyan bir
Türk'le, Kürt "merkez" medyasını okuyan bir Kürt'ün
ortak noktası nedir biliyor musunuz?
  O Kürt de, o Türk de Dağlıca baskınının içyüzünü,
Aktütün baskınında neler olduğunu, bir üsteğmenin
"PKK birliklerini" korumak için bir Heron uçağının
vurulmasını istediğini bilmez.
  Bu iki "düşman" medya, her ne hikmetse bu
olayları elbirliğiyle saklar, bu "gerçekleri" ortaya
çıkaranları elbirliğiyle eleştirirler.
  Niye?
  Neden aynı olayları saklıyorlar?
  Neden "PKK birliğini" korumaya çalışan
üsteğmenden ikisi de söz etmiyor?
  Neden ikisi de bu "gerçeğin" ortaya çıkarılmasını
"kendisine karşı bir düşmanlık" olarak algılıyor?
  Neden savaşın içindeki bazı "gerçekleri"
saklamakta "ortak" bir çıkar görüyorlar?
  Bu, kirli ve ahlaksız bir savaş.
  Bir ülkenin içinde, o ülkenin vatandaşları arasında
yirmi beş yıl süren savaş bütün ülkeyi kirletir.
  Savaşa tapınıp, barışı lanetleyenler çoğalır,
birbirlerine olan düşmanlıktan daha güçlü bir
düşmanlığı "barış isteyenlere" beslerler.
  Barışın yolu "gerçekten" geçiyor, savaş ise yalanla
besleniyor.
  Barış isteyen herkes "gerçeği" aramalı bence,
gerçeği bulduğumuzda barışı da  buluruz çünkü.
İndirim Sezonlarında Akıllı Alışveriş: En İyi Fırsatları Yakalamanın Yolları