Ahmet Altan: 'Daima ahlaksız olmak için bir mazeret vardır!'
Ahmet Altan’ın hayatı Resmî ideoloji ile mücadele içinde geçti. Yazdıkları olay oldu. Aksiyon dergisi son romanını çerçevesinde Ahmet Altan ile konuştu, günümüze taşıp gelen siyasal krizlerimi tartıştı.
GAZETECİLER.COM - Ahmet Altan sadece siyasi kültürümüz için değil, edebiyat dünyamız içni de çok şey ifade ediyor. Gerek romanlarında gerekse makaleleri ve gazetecilik kariyerinde resmî ideolojiyle mücadele etti. Taraf Gazetesi’nde yöneticilik ve yazarlık yaptığı yıllar Türk siyasetinin ve sosyolojisinin dönüm noktalarından biriydi. Gazetenin ‘derin devlet’ ve Balyoz, Ergenekon, Zirve, Darbe Günlükleri ve benzeri davalarda konusunda yürüttüğü yayınlar hala tartışılıyor.
Ahmet Altan Taraf’tan ayrıldığında son romanını yazma macerası da başlamıştı. Fransız şairi Luis Aragon’un bir dizesiyle adlandırdığı ‘Ölmek Kolaydır Sevmekten’ romanı bir süre önce okuyucularıyla buluştu.
Balkan Savaşları’nda yaşanan hezimetten, İttihat ve Terakki’nin çılgınca iktidarı ele geçirme maceralarından, özlemi duyulan bir dervişane dindarlıktan, kendi kimliğini, ruhunu arayan ‘araftaki’ gençlerden, Türkiye’nin bugüne taşınan sorunlarından ve imkânlarından bahsediyor roman.
Ahmet Altan son romanını ve AKP eksenli siyasal krizlerimizi Aksiyon okurları için anlattı.
PARA VE İKTİDAR ONLARI ÇILDIRTTI
- (Romanın kahramanlarından) Hikmet Bey İttihatçılar
için diyor ya ‘para ve iktidar’ onları çıldırttı. AK Parti’ye
baktığımızda bir siyasal iktidarın yaşayacağı kaçınılmaz son ve
uçurum bu mu?
AK Parti çok tuhaf bir maceradan geçti. Sadece Türkiye’nin değil,
dünya tarihinin en önemli partilerinden biri olma şansını ele
geçirdi. Çeşitli din ve zümreler arasında bağ olacak bir partiydi
ve dünya büyük bir heyecanla ve alkışlayarak 2011 yılına kadar
AKP’yi destekledi. Hem Doğu dünyasındaki insanların hem Batı
dünyasındaki Hristiyanların ondan beklentileri vardı. Bugün düşman
konumuna gelen iki din arasında bir köprü kuracaktı. Sadece iki din
arasında değil, Müslümanlığın kendi içinde Alevî-Sünnî çatlamasını
da yatıştıracak, her iki tarafı bir araya getirecek bir partiydi.
Sadece bu da değil, modern-muhafazakâr kırılmasını da tamir edecek
bir partiydi. Yani hem ülkenin içindeki kırılmaları hem
dünyadaki kırılmaları büyük bir güçle tamir ve tedavi edecek siyasi
hareket AKP’ydi. Bu yolda epeyce yürüdü. Avrupa Birliği’nin hukuki
normlarına sahip çıktığı sürece bütün dünya için de Türkiye için de
bir ümitti. Ama ne zaman ki Recep Tayyip Erdoğan “Ben ustayım”
dedi, Avrupa hukukundan ve hukuktan ayrıldı, bütün bu insanlığın,
tarihin, zamanın ondan beklentileri olan misyonu yerine getirmekten
vazgeçti, o zaman AKP için de Türkiye için de bir çöküş başladı. Şu
an AKP de çöküşte, Türkiye de...
-(Romanın kahramanlarından) Dilara Hanım diyor ki, hürriyetle saadeti bir araya getiremedik. AK Parti yapısal reformlar için geldi, kısmen başardı. Ve şimdi Yeni Türkiye diye bir sloganları var; yapılmaya çalışılanlara baktığımızda hürriyetle saadetin bir arada yürüyeceğine inanabilir miyiz?
Türkiye’de ne hürriyet var ne saadet var. İkisi birden yok oldu. Bir aşk hikâyesinde hürriyet ve saadeti bir araya getirmek çok zordur. Ama toplumun hikâyesinde hürriyetle saadeti birbirinden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Aşk biraz fedakârlıkla olan bir şey; kendinden, kendi varlığından, hürriyetinden, kendi kişiliğinden, her şeyinden biraz vazgeçer, kendini biraz boşaltır ve o boşluğa sevdiğin insanı yerleştirirsin. Aşk böyle bir şey. Hürriyetin de dâhil bir vazgeçiş yoksa hiçbir şeyinden vazgeçmiyorsan aşk da yoktur ve yürümez. Ama toplum bunun tam tersi. Toplumda hürriyet yoksa saadet olma ihtimali yok. Bugün Türkiye’de ne hürriyet var ne saadet. Türkiye’de hukuksuzluk ve ahlaksızlık günlük hayatın değişmeyen bir parçası hâline geldi. Bu en çok da Müslümanlar açısından önemli. Çünkü bugünler geçer ama bugün Türkiye’de Müslüman imajı tarihinde en fazla yara aldığı dönemi yaşıyor. Müslümanlık iddiasıyla, dindarlık iddiasıyla iktidara gelen bir grup, hiçbir ahlaki değerinin olmadığını göstererek her şeyi çiğnedi. Hukuku çiğnedi, ahlakı çiğnedi, çaldı çırptı, hırsızlara ceza vermedi. Yani Müslüman adam dindar adamdır, Müslüman adam güvenilir adamdır anlayışını –ki bu çok yerleşik bir anlayıştır bizde- hakikatten beş senede paramparça etmeyi başardı.
-Bâb-ı Âli Baskını’nı anlatıyorsunuz. Bâb-ı Âli Baskını
fay hattında biriken enerjinin dışa vurumu ve patlaması gibi. AK
Parti’nin o demokrat vizyonundan bugün’ kır kapıyı al içeri’
çizgisine gelmesi spontane bir şey miydi yoksa?
Bu İttihatçıların beş kişilik bir grupla koskoca bir Osmanlı
İmparatorluğu’nu ele geçirmesi aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun
son döneminde toplumun ne kadar çürük olduğunu gösteriyor. Kolay
kolay beş kişi bir toplumu teslim alamaz, hele bir imparatorluğu…
Bugün Tayyip Erdoğan’ın tek başına bütün bir ülkeyi bölebilmesi,
bütün ülkeyi gerebilmesi… Ben başkan olacağım diye tutturmasa
Türkiye bu kadar gerginleşmeyecek. Problemler var ama bu kadar
nefrete yol açacak problem yok ortada. Tek başına ülkeyi böyle
bölebilmesi, bütün ülkeyi böyle nefret uçurumuna sürükleyebilmesi
Türkiye’nin 100 yıl sonra hâlâ aynı çürüklüğü sürdürdüğünü
gösteriyor. Burada güçlü bir toplum yok, o yüzden zaten Türkiye hep
güçlü bir lider arıyor.
BUGÜN DE AKP KENDİNİ HALKTAN ÜSTÜN GÖRÜYOR
-İttihatçılar mezarda, fikirleri iktidarda
mı?
İttihatçıların fikirleri kendi zamanlarında bile iktidara gelemedi.
İttihatçıların hırsızlık ve baskıları, kendilerini halktan üstün
görmeleri anlayışı bugün iktidarda. Bugün AKP kendini halktan üstün
görüyor, halkı kandırabileceğine yüzde yüz inanıyor, durmadan yalan
söylüyor, kendisine karşı olan muhalefeti şiddetle bastırmaya
çalışıyor ve büyük hırsızlıkların üstünü örtmek için uğraşıyor.
-Gündemde olan bir konu daha; Balyoz ve Ergenekon…
Burada hakikaten sivil vesayet ve askerî vesayetin uzlaşması mı söz
konusu, yoksa iki tarafın da çaresizce yaptığı bir anlaşma mı
bu?
Benim gördüğüm kesinlikle en tehlikeli şey oluyor. AKP ile ordu
ittifak yapıyorlar. Hedef herhâlde sert bir iktidar. Ama AKP ve
Erdoğan yakın tarihi pek iyi bilmiyor bence. Türkiye’de ne zaman
sağcı bir lider benim arkamda halk var, ben orduyu da kullanarak
diktatörlüğe gidebilirim dediyse darbeyle devrildi. Eğer
gayrimeşruya geçecekseniz, hukuk dışına geçecekseniz; orada silahı,
pazusu en güçlü olan iktidarı alır. Eğer siz orduyla birlikte bir
siyasi iktidar kurmak isterseniz, ordu sonunda sizi kenara iter ve
iktidarı kendisi alır. Biz bunu Mısır’da da gördük. Mursi, Sisi’yi
hanımının başı kapalı diye kendi genelkurmay başkanı zannetti,
kendisini yargının da üzerinde gören bir anayasa hazırladı ve
birlikte ben iktidar kuracağım dediği ordu tarafından yıkıldı.
Türkiye’nin önünde böyle çok ciddi bir tehlike var. Çünkü iki taraf
da yaralı. Bir taraf hırsızlıktan, diğer taraf darbecilikten
yaralandı. Birbirlerinin yaralarını yalayarak iyi etmeye
çalışıyorlar ve ittifak kuracaklar. Bu Türkiye için çok tehlikeli,
ama kendileri için de tehlikeli.
TÜRKİYE'DE FAZLA ENTELEKTÜEL YOK
-Entelektüellerimize gelsek... Edward Said,
entelektüeller her zaman yalnızlıkla taraf olmak arasında bir yerde
saf tutmak zorunda kalmışlardır diyor. Bugün Türkiye’de
entelektüeller nasıl bir sınav veriyor sizce?
Türkiye’de çok fazla entelektüel yok.
-Genelde biz akademisyenlere entelektüel
diyoruz.
Entelektüel kapasitesi düşük bir yer burası. Zaten öyle olmasa tek
adamın bu kadar rahatça bölebildiği, böyle beş kişinin ülkeyi ele
geçirdiği bir imparatorluk, bir cumhuriyet olmazsın. Daha dirençli
bir toplum olur. Ve buradaki entelektüellerin üretimi, tek başına
var olma gücü çok kısıtlı olduğu için, Osmanlıdan beri Cumhuriyet
tarihinde de hep entelektüellerin büyük bir kısmı devletle
işbirliği yaparak geçimini sağlamaya çalışıyor. Bu da onların
entelektüel kapasitesini çok eksiltiyor, üretkenliklerini
azaltıyor. Devletle işbirliği yaparak neyi yapabilirsin ki? Ancak
onların istediği ve beklediği ölçülerde entelektüel üretim
yapabilirsin. Bugün de aynı şeyi görüyoruz. Türkiye’de gerçekten
çok az insan demokrasi istiyor. Bugün entelektüel dediğiniz
okur-yazar takımının bir kısmı AKP’nin iktidarını ve zorbalığını
destekliyor, bir kısmı da ordunun zorbalığını destekliyor. Bu iki
zorbalığa da karşı çıkan, demokrasi isteyen ve aynı zamanda kendisi
fikirler yaratabilen çok az sayıda insan var. Keşke öyle bir
zümremiz olsa, yaratıcılıkları yeni fikirleri, dirençleri ve
cesaretleriyle bu topluma, bu kargaşa ortamında biraz ışık, yoksa
biraz önerilerde bulunsa çözüm önerileri sunsa... O yolun doğru
olup olmamasından ziyade bir toplumun önünde önerilen yol sayısının
çoğalması esas hayatidir. Bizde önerilen yol sayısı ya hırsızlığa
gidiyor ya darbeciliğe gidiyor. Bize başka bir seçenek
sunmuyor.
AHLAKSIZ OLMAK İÇİN DAİMA
BİR MAZERET VARDIR
-Çok zor şartlar altında gazetecilik yaptınız, kırılma
anları yaşadınız. Çok önemli bir sürecin aktörü oldunuz. Bugün
medyaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Gazetecilere baktığınızda’
başka çare yok ‘diye kendilerini savunuyorlar.
Daima bir mazeret vardır ahlaksız olmak için. Türkiye’de bu hiç
bitmedi. Kendini satmaya çalışanın daima bir mazereti vardır. Yoksa
onlar da dürüst, yiğit, cesur olmak istiyor. Onlar da saygıdeğer
olmak istiyor. Ama bunun yanında bir de para istiyor, güç istiyor.
Hepsi bir arada olmaz. Hele bizimki gibi kavganın bu kadar kesin
olduğu yerlerde bir tercih yapacaksınız. Ya saygıdeğer, sağlam,
güçlü, cesur ve iz bırakacak bir adam olacaksın ya da parayı
alacaksın, ismini kirleteceksin ve ismin seninle birlikte ölüp
gömülecek. Bu ikinci cins adam çok fazla medyada. Birbirlerine
düşman gibi görünüyorlar ama ikisi de aynı tür bir zorbalığın
değişik renklerinin sahipleri. Biri diyor ki ordu gelsin
diğerlerini dövsün, diğeri diyor ki bizim reis gelsin herkesi
dövsün.
BAŞKANLIK OLURSA BİR İKİ SENE İÇİNDE İÇ SAVAŞA GİDERİZ
-Türkiye’nin gündemine Tayyip Bey ısrarla başkanlık
sistemini sokmaya çalışıyor. Alafranga mı, alaturka mı, Uruguay mı,
Meksika mı filan derken ‘huzurla dört yüz milletvekilini verin,
güzellikle halledelim’ tarzında bir noktaya kadar
geldi.
Başkan olacağını zannetmiyorum. Siyasi tahminlerim benim iyi
değildir ama Türkiye’nin buna izin vermeyeceği kanaatindeyim. Çünkü
nasıl bir felakete yol açabileceğinin ilk işaretlerini bugünden
yaşamaya başladı bu ülke. Bence başkan olursa neler olabileceğini
AKP’lilerin de önemli bir kısmı görüyor.
-AKP için de bir felaket mi?
AKP için çok büyük bir felaket. Yani şöyle söyleyeyim, benim
görüşüm, Erdoğan başkan olursa 2015’te Türkiye 1925’leri, büyük
devlet şiddetini, yasaklamaları yaşar, bir ya da iki sene içinde iç
savaşa gideriz. Çünkü devlet şiddeti ekonomik çöküntüyle bir araya
geldiğinde toplumu patlatır. Şu anda AKP’nin toplumu götürdüğü yer
orası. Eğer Tayyip Erdoğan başkan olursa oraya daha da süratli
götürecek. Çünkü ekonomik bütün veriler olumsuz, devlet şiddeti
yükseliyor. Bu ikisi yan yana toplumu patlatır.
HUKUKEN DE AHLAKEN DE OLMAMASI GEREKİYOR AMA...
-Tayyip Bey bütün muhaliflerini paralel, vatan haini
benzeri tanımlarla itham ve tasfiye ediyor. Ona destek veren medya
da aynı tanımlamaları daha güçlü bir şekilde kara propagandaya
dönüştürüyor. Bir İngiliz tarihçinin bir sözü var, “Milliyetçilik
tarihe ve ilerlemeye karşı uydurulan bir bahanedir” diyor. Bu
tabirler ve propaganda nasıl bir bahanedir?
Başka laflar da var. “Vatanseverlik her alçağın son sığınağıdır”
gibi bir laf da var. Ne zaman nerede kullanıldığına bağlı bir
değer. Hakikaten yerinde kullandığınızda anlamlı bir değer taşır.
Ama bunu kendi suçlarınızı saklamak ve sizin suçlarınızı ortaya
çıkaranları kenara itmek için kullandığınızda da bu vatanseverlik
olmaz. Bu hukuksuzluk olur. Türkiye’de yaşadığımız bu. Bütün
kavramların hızla kirletildiği bir dönemden geçiyoruz. Bugün AKP
kendine muhalefet eden herkesi, Merkez Bankası başkanı dâhil, vatan
hainliğiyle suçluyor. Vatan hainliğinin cezası çok ağırdır. Eğer
bir cumhurbaşkanı bir Merkez Bankası başkanına vatan haini diyorsa
bunların ikisinden biri devlette devam edemez. Büyük bir
pişkinlikle ikisi de yerinde oturuyor. Ya cumhurbaşkanı yanlış bir
karar verdi, ekonomiyi çok altüst etti, doları patlattı gitti, onun
için özür dilemesi ve istifa etmesi gerek ya da Merkez Bankası
başkanı cumhurbaşkanının iddiasına göre bağlı olduğu birileri
yüzünden yapmadı, Türkiye’nin ekonomisini altüst etti, onun gitmesi
gerek. Ama ikisi de oturuyor. Bu hukuken de ahlaken de
imkânsız.
TÜRKİYE'DEKİ EN BÜYÜK VE EN CİDDİ GÜÇ KÜRTLER
-Kürtler meselesine gelsek. Yıllarca mazlum ve mağdur
oldular. Bugün bir uluslaşma sürecindeler tabiri caizse. Ve kilit
aktörler.
Türkiye’deki en büyük ve en ciddi güç. Türkiye’nin uluslararası
açıdan da en büyük gücü Kürtler. Özellikle Kobani’den sonra
uluslararası arenada çok büyük bir saygı kazandılar. Çünkü çok
ciddi direndiler, ayrıca kadınlarıyla birlikte direndiler. Bu
Ortadoğu için çok yeni bir görüntü.
-Erdoğan, Kobani’yle ilgili ne bekliyordu? Düştü düşüyor
diyordu.
Dünyanın IŞİD’e karşı Kürtlerle işbirliği yapabileceğini tahmin
edemediler. AKP’nin en büyük eksikliklerinden biri gelişmeleri
okuyamıyor. Ortadoğu’yu okuyamıyor ve Türkiye art arda rezil
oluyor. Hiçbir zaman olmadığı kadar güçsüz bir hâlde. Düşünsenize
kendi mezarına sahip olamıyor. Oradan kaçırmak zorunda kalıyor.
Kürtler ise şu anda gelişmiş dünyanın Ortadoğu’da kendisine
müttefik olarak gördüğü en ciddi güç. Bu uluslararası güç onlara
Türkiye içinde de büyük bir direnç, kuvvet ve yayılma imkânı
veriyor. HDP ciddi biçimde Türkiyeli bir partiye dönüşüyor ve
zannediyorum ki yüzde 10 barajını geçecek.
DEMİRTAŞ ÇOK AÇIK ŞEKİLDE
İZİN VERMEYECEĞİNİ BELİRTTİ
-Açıktan değil ama siyasi kulislerin dar mecralarında
dillendirilen bir soru ve kuşku var. Acaba HDP özerkliği alıp
başkanlığı Tayyip Bey’e verir mi?
Bu çok sorulan bir soru. Ama Demirtaş çok açık bir şekilde en kısa
en vurucu en etkileyici açıklamalarından birinde buna izin
vermeyeceklerini belirtti. Bu lafa rağmen yaparlarsa çok ahlaksızca
davranmış olurlar. Zannetmiyorum Kürtler bu ahlaksızlığı böylesine
rahat kabul etsin. Siyaset bu gerçi, AKP de ne sözler vererek
gelmişti ama her şeye rağmen bu kadar net verilmiş bir söz var.
Bunu Kürtlerin bunca yıl mücadele ettikten sonra siyasete ilk güçlü
girişlerinde ahlaksızlık yolundan gitmeyi göze alacaklarına çok
ihtimal vermiyorum.
BEN KURTULACAĞIMIZA
İNANIYORUM
-10 yıl sonra siyaset bilimciler, sosyologlar,
tarihçiler, sade bir vatandaş, bir öğrenci veya bir işçi bizim
yaşadıklarımızı öğrendiklerinde ne düşünecekler
hakkımızda?
“Çok budalaca ve ahlaksızca bir kaosun içinden geçtiler ama
kurtuldular. Zor kurtuldular ama kurtuldular” diye düşünürler. Ben
kurtulacağımıza inanıyorum. Daima iyimser bir adamım. Bunun
geçeceğini ve geçmesine de çok kalmadığını düşünüyorum. Yakın bir
zamanda bu geçecektir.