'Ah Birand Ah!' dedi hakkını helal etti
Yetiştirdiği nice televizyoncudan biri olan "öğrencisi" Cüneyt Özdemir ona bu satırlarla veda etti...
Bu cümle "Bana bu mesleği namusla yapmayı öğrettiğin için teşekkür ederim Sevgili Mehmet Ali Abi..." diyen Cüneyt Özdemir'in bugünkü yazısından. Yetiştirdiği nice televizyoncudan biri olan "öğrencisi" Cüneyt Özdemir ona işte bu satırlarla veda etti...
"71 yaşında hayatını kaybeden usta gazeteci Mehmet Ali Birand ın mesleğe kazandırdığı birçok gazeteci ve televizyoncu bulunuyor. Birand bana bir kariyer verdi, ben de ona gençliğimi. Üzerimde büyük hakkı var. Bana bu mesleği namusla yapmayı öğrettiğin için teşekkür ederim Sevgili Mehmet Ali Abi..."
Mehmet Ali Birand ile ilgili herkesin anlatacak bir hikâyesi var. Benim de var elbette... İsterseniz anılarımızı, paylaştığımız güzel anları, bana verdiği bu mesleği bir başka yazıya bırakalım. Ben size bugün hayatımda gördüğüm en çalışkan gazetecinin bu ülkede sadece 'çalışkan ve dürüst bir gazeteci' olduğu için yaşadıklarını yakın bir tanığı olarak anlatmaya çalışayım.
ABİMDİ, BABAMDI, AMA İYİ BİR GAZETECİYDİ
Mehmet Ali Birand iyiydi, hoştu, abimdi, babamdı, bunların hepsi bir yana, Mehmet Ali Birand iyi bir gazeteciydi arkadaşlar. Zehir gibiydi. 24 saat kafası habere çalışırdı. İyi ve doğru haber yapmak için yapmayacağı şey yoktu. Siyasi riskleri alır, çalışır, çalışır, çalışır ve gözünü kırpmadan haberin peşine koşardı. Masabaşı habercilerden değildi. Yaşıyla, kıdemiyle hava basmazdı. Muhabir heyecanı damarlarında akan kana karışmıştı bir kere... Haber oldu mu gözü kimseyi görmezdi. 90'lı yıllarda köşeyazılarını eliyle yazar, asistanı Nilgün temize çekip gazeteye yollardı. Birand'ın elinin altında her zaman bir kalem ve beyaz kâğıt vardı. Boş anı yoktu. Ya yarınki yazısını yazıyordu ya da ertesi günkü yazısını hazırlıyordu. Gerçek bir işkolikti Mehmet Ali Birand.
Türkiye'ye dünyayı, dünyaya Türkiye'yi anlatıyordu. Kimi yazıları yurtdışında İngilizce yayımlanan gazetelerde çıktığında ayrıca hoşuna giderdi. Türkiye'ye gelen bütün yabancı delegasyon mükemmel Fransızca ve İngilizce bilen ve onların anlayabileceği dilde Türkiye'yi anlatan bu gazeteciden Türkiye'yi anlamak için randevu alırdı. Türkiye'deki bütün büyükelçilerin bir numaralı referansıydı Birand.
32. GÜN KÖPEK GİBİ ÇALIŞMAK DEMEKTİ
Yunanistan'ın ünlü gazetecileri arasındadır, bilmem aranızda
bileniniz var mıdır?
32. Gün okulu dediğimiz şey bir anlamda gazeteciler için 'köpek
gibi çalışmak' demekti. Olumsuz anlamda söylemiyorum. O böyle
çalışınca biz de ona ayak uydurmak zorunda kalırdık. 32. Gün
okulunda sadece bu tempoya
ayak uydurabilenler kaldı. Üret, üret, üret...
Bir anda her zaman birkaç iş paralel giderdi. Bir yandan
haftalık program, bir yandan köşeyazıları, bir yandan yeni
belgesel, bir yandan yeni kitap projesi, yeni röportajlar, gelecek
röportaj başvuruları, özel belgeseller, hepsi
paralel gidiyordu. "Sen bu adamdan ne öğrendin arkadaş?" diye soran
çıkarsa aranızda üretmenin değerini öğrendim derim. Köpek gibi
çalışarak üretmenin değerini... Vazgeçmemeyi. Affetmeyi. Haberin
heyecanını, her türlü erke rağmen boyun eğmemeyi. Büyük düşünmeyi.
Korkmamayı. 32. Gün'de denemeden vazgeçtiğimiz hiçbir şey yoktu.
'İmkânsız' diye bir kelimeyi lügatimizden çıkarmıştık. Birand
gazeteciliğinde her şeyi yapmanın, her türlü soruyu sormanın bir
yöntemi vardı. En sert soruların gülümseyerek sorulabileceğini de
ondan öğrendim, sosyal ortamda ilişkilerin ne kadar önemli
olabileceğini de... Bazen kendi kendime "Neydi sahiden bu 32. Gün
okulu?" diye soruyorum.
BİRAND SABAH ERKEN ÇALAN TELEFONDU
İnsan mutfakta olduğu zaman pişirdiği yemeğin değerini tam
olarak anlayamayabiliyor. Birand benim gençliğimde sabah
saatlerinde çalan telefondu. Bir dönem sabahlara kadar montajda
kalıp birkaç
saat işe geç gidiyorum. Artık nereden duyduysa bunu birisi
söylemiş. Aylarca her sabah bir bahaneyle sabahın köründe uyanıp
(BBC haberlerini dinlemek için zaten erken kalkardı) beni arıyor,
sohbet ediyorduk. Havadan sudan
konuşuyor, kapatıyordu. Yirmili yaşlarım Birand'ın dibinde
geçti.
İşte bu çalışkan ve yaşlanmayan gazeteci adam bunları yaptığı için Türkiye'de başına gelmedik şey de kalmadı. Bir gazeteci olarak hakkında yapacak bir şey bulamayınca belaltından vurdu 'alçaklar'. Hakkında yolsuzluk davaları açıldı, andıçlar düzenlendi. Defalarca yargılandı. İşinden kovuldu. Programları engellendi. Öldürülmek istendi. Tek suçu gazeteci olmaktı.
NE ÖĞRENDİN DERSENİZ VAZGEÇMEMEYİ DERİM
Gazeteciliği evrensel niteliklerle yapmaya çalışmak...
"Birand'dan başka ne öğrendin?" derseniz...
"Vazgeçmemeyi" derim.