Abdurrahman Dilipak'tan İYİ Parti Fatih adayı İlay Aksoy'a tepki:Yazık etti
İYİ Parti'nin İstanbul Fatih Belediye Başkan adayı İlay Aksoy'a Habertürk yazarı Murat Bardakçı'nın ardından bir tepki de Abdurrahman Dilipak'tan geldi.
"Kıbrıslı, Sidney’de moda ile bir alanda eğitim almış. Daha önce İyi Partiden milletvekili adayı olmuş. Vekil olamamış. Şimdi İyi Parti, Fatih’e bula bula bu hatun kişiyi bulmuş." diyen Dilipak, Aksoy'un seçim kampanyasını Suriyeli, göçmenler üzerinden sürdürme gayreti olduğuna dikkat çekti
Aksoy'un açıklamalarını 'talihsizlik' olarak yorumlayan Dilipak, "Bu hatun kişinin sanırım ciddi bir vicdan sorunu var. Ayrıca dini konulardan ve tarihten de bîhaber olsa gerek.." dedi.
Dilipak şu ifadelerle yazısına son verdi:
Fatih’i “Fatih’i Suriyeliler’e teslim etmeyeceğim” diyen İlay’a ve onun gibilere bırakmaz bu millet. Bu kafanın Neofaşistlerin, “Türkler” yahut “Müslümanlar dışarı!” afişlerinden hiçbir farkı yok. Kendine de, partisine de yazık etti. İnşallah akleder, aklını başına toplar, edeplenir ve özür diler. Değilse kendine yazık eder. Kendi bilir. Sonuçta kendi düşen ağlamaz.
İyi de İlay Aksoy
hanım..
Kıbrıslı, Sidney’de moda ile bir alanda eğitim almış. Daha önce İyi
Partiden milletvekili adayı olmuş. Vekil olamamış. Şimdi İyi Parti,
Fatih’e bula bula bu hatun kişiyi bulmuş.
Hatun kişi de, seçim kampanyasını Suriyeli göçmenler üzerinden sürdürme gayretinde..
Bu hatun kişinin sanırım ciddi bir vicdan sorunu var. Ayrıca dini konulardan ve tarihten de bîhaber olsa gerek..
Bu talihsiz açıklamanın tam da batıda İslam, Türk-yabancı düşmanlığının tavan yaptığı bir zamana rastlaması da ilginç. Hem de Yeni Zelanda saldırısı ile aynı zamanda yaşanması konuyu daha da önemli bir hale getiriyor.
Önce olayla ilgili kısa bir bilgi: Biz 100 yıl önce Suriye denilen ülke ile tek devlettik. 100 yıl önce Suriye diye bir devlet yoktu. Yani benim babam doğduğunda biz tek devlettik. Nüfus, tapu kayıtlarımız Halep’teydi. Burası nasıl Bilad-ı Rum ise, orası da Bilad-ı Şam’dı. Adana, Mersin, Osmaniye, Urfa, Hatay, Antep, Maraş, Kilis Halep’e bağlı idi. Bilad-ı Şam da bugünkü Syria yani Asirian’dan, Asurların ülkesinden ibaret değildi. Asurlar MÖ 2500-MÖ 609 yılları arasında yaşamış bir Mezopotamya devleti idi. Bilad-ı Şam’ın sınırları içinde, Suriye’den başka Filistin, İsrail, bugünkü Ürdün, Lübnan da bulunuyordu. Hatta Mısır, Suudi Arabistan, Irak ve Türkiye’nin bir bölümü de Bilad-ı Şam’ın sınırları içindeydi. En son Hatay Türkiye’ye bağlandı.
Bilad-ı Şam’ın çok önemli bir bölümü, yani Nil ile Fırat arası “Arz-ı Mev’ud”dur. Yani bizim ilk kıblemiz olan, namazın bize farz kılındığı ve İsra’nın gerçekleştiği makam, mukaddes Tur-u Sina ve mukaddes Tuva’yı da içinde bulunduran, vahyin coğrafyasının tam merkezinde bulunan bir mekândan söz ediyoruz.
Son zamanlarda bu gerçeklerden mahrum utanç verici mesajlar dolaşıyor “sosyal” medyada. “Bunların burada ne işi var”mış, “bizim orada ne işimiz var”mış. “Esed çok akıllı adammış, ülkesinin işsiz-güçsüz takımını Türkiye’ye yollayıp bizim başımıza sarmış”. Dinden, tarihten, vicdandan nasipsiz birileri ağzına geleni söylüyor. İlay hanım “yanlı yayın” yapıyor zaten. Provokasyon yapıyor. Türkiye ile Suriye arasındaki o sınırları çizenler, Suriye’yi paramparça edenler İngilizler ve Fransızlar. Bu ülkelerin adlarını, sınırlarını, rejimlerini, yönetici kadrolarını işgal kuvvetleri komutanları tayin etti. Çanakkale’nin devamı olan Filistin cephesinde savaştığımız İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapan Osmanlı düşmanı Arap aşiretlerinin çocuklarını iktidar yaptılar. Bugün yurtlarından çıkarılıp ülkemize misafir olan kardeşlerimiz, bu ihanet çetesi Haçlı uşaklarının bitmeyen kin ve Osmanlının mirasına sahip çıkanlara karşı bitmeyen öfke ve düşmanlıklarının bir yansıması sonucu bugün buradalar. Bunları aşağılayıp, onlara düşman olanlar da içimizdeki “İngiliz ve Fransız muhibleri”nden farksızdır.
Hz. Davud’a peygamberliğe giden yolda zafer kazandıran Talud-Calud (Tanrı Kral Goliath) savaşında, mabedi inşa eden Hz. Süleyman’ın babası, Zebur’u bize getiren peygamberin öldürdüğü Goliath 1914’de Çanakkale’de bizim karşımıza çıktı. Muavenet-i Milliye (Milli Dayanışma) gemimiz Goliath’ı batırdı. Daha sonra bu Muavenet adını deniz kuvvetlerindeki bir gemimize verdik. Ama bu defa da, yakın geçmişte, Ege’deki bir NATO tatbikatında ABD’nin Saratoğa uçak gemisinden fırlatılan füzelerle Muavenet “Bir kaza” sonucu batırıldı.
Bu savaş devam ediyor ve bugün bu süreçte hâlâ birileri, devam eden bu savaşta kendilerine mevzi kazmaya devam ediyor. Kimi siyaset adına, kimi hendek kazarak, kimi bağımsızlık savaşı görüntüsü altında Selahaddin’in torununu Haçlı ordusuna asker yapma çabaları ile ve sosyalist geçinip bu çocukları Emperyalizmin tetikçisi yapma çabaları ile Lawrance’in açtığı kapıdan geçerek kendilerine gösterilen yönde yürüyüşlerini sürdürüyorlar.
KKTC’de, Türkiye’den ayrılıp Kıbrıs Rum Kesimi ile birleşerek Avrupalı olma hayalleri kuranların içimizde de uzantılarının olması herhalde bizim için sürpriz olmayacaktır. İçimizde siyasi emellerini müstevlilerin siyasi çıkarları, şahsi çıkarlarını milletlerarası derin çetelerin çıkarları ile tevhid eden aramızda o kadar çok sayıda kişi ve kuruluş var ki!..
Bilad-ı Şam’ın dini ve tarihi boyutunu minik bir özet şeklinde sunmaya çalıştım. Biz aynı topun kumaşıyız. Biz bu insanlarla aynı kökten geliyoruz. Yüzümüz aynı yöne bakıyor.
Dünyadaki en yaygın Müslüman diasporası Filistin ve Suriye diasporasıdır. Ve bu Diaspora bugün ülkemizin dünyadaki en büyük lobi gücüdür ve yarın Türkiye’yi dünyaya taşıyacak olanlar da bunlardır. Bunlar dil biliyor, ticaretle uğraşıyor, çok iyi örgütlüler. Bulundukları yerlerde STK ve basın ile yakın ilişkileri var yerel Müslüman topluluklarla çok yakın ve sıkı temas içindeler.
Esed rejimi ve ailesi emperyalizmin içimizdeki Truva atıdır. Bu aile gerek anlam da solcu da değildir, aslında Şii de değildir.
Bakın bu insanlar Müslüman da olmasalardı. Bizim insan olarak “yurtlarından çıkarılan” bu insanlara sahip çıkmak bir insanlık borcu idi. Biz bu insanlara yardım ettiğimiz için Allah da bize yardım ediyor. Bunları horlamak, aşağılamak, geri gitmeye zorlayan ölüme göndermek ya da yüzlerine kapıları kapatarak veya sınırları kapatanlar ahlaksız, aşağılık, insanlık düşmanı zalimlerdir. Onlar, Yeni Zelanda saldırganının zihniyet ikizleridir.
Allah; yurtlarından çıkarılan muhacirlere ensarlık görevini yapanlara, yaptığı iyiliğin karşılığını on katı, yüz katı, hatta 700 katı ile geri vereceğini ve onları Cennete göndereceğini söylüyor.
Bizim yanımızda Rachel Corie’ler, karşımızda İlay Aksoy hanımlar da olabiliyor!?. İyi! Herkes kendi yoluna. İyi insan olmak için İyi Partili olmak yetmiyor, örnekte görüldüğü gibi.
Fatih’i “Fatih’i Suriyeliler’e teslim etmeyeceğim” diyen İlay’a ve onun gibilere bırakmaz bu millet. Bu kafanın Neofaşistlerin, “Türkler” yahut “Müslümanlar dışarı!” afişlerinden hiçbir farkı yok. İlay “ülkenin parlağı”, “biriciği” anlamında kız adı imiş, İl ve Ay, Nilay ya da İlayda Nil ve Ay ilişkisini kuran da var. Hanımefendi bir anda ülkede “parladı” yani “ünlendi” ama bu ününe sebep olan parlaması, yani öfkeli bir şekilde Arapça’ya, Araplara, göçmenlere karşı öfkelenmesi idi.
Kendine de, partisine de yazık etti. İnşallah akleder, aklını başına toplar, edeplenir ve özür diler. Değilse kendine yazık eder. Kendi bilir. Sonuçta kendi düşen ağlamaz.
Selam ve dua ile.