Abdullah Gül'ü izlemeye devam edin...
Keşke Başbakan Erdoğan da dış ya da iç politika konularında aynı şekilde konuşsa, konuşabilse diye geçirdim içimden…
ADNAN BERK OKAN
Steve Martin’in kocaman burunlu, çirkin ama çok güzel konuşan mahcup itfaiyeciyi canlandırdığı Roxanne filmini izleyenler hatırlayacaklardır…
İtfaiye şefi C.D. Bates (Steve Martin) aşık olduğu güzel Roxanne’a (Daryl Hannah) bir türlü açılamaz…
Bu arada Roxanne, Bates’in yakışıklı ama kaba arkadaşını (aktörün adını hatırlayamadım) beğenmektedir.
Ne var ki yakışıklı ama kaba adam her seferinde Bates aradan çıktığı andan itibaren gerçek kimliğine bürünür…
Yani kaba saba nefret bir tip olur…
Yine böyle kabalaştığı ve Roxanne’ı hayal kırıklığına uğrattığı kabalıklarından birini yaptıktan sonra Bates’e şöyle der:
“Roxanne benim fiziğimi ama senin konuşmalarını beğeniyor”…
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Başkan Obama’nın Suriye’ye yapılacak muhtemel askeri operasyonla ilgili açıklaması bana filmin o sahnesini hatırlattı…
Ne mi dedi Cumhurbaşkanı…
İşte şöyle:
“Her ülkenin kendi kararını alırken kendi bağımsız, kendi değerlendirmesi vardır. Biz bir komşu ülke olarak bizim hissiyatımız tabi farklı olur. Onlar uzakta farklı olur. Dolayısıyla her zaman çok da dört dörtlük çakışmayabilir politikalar.”
Ne dersiniz?..
“Tam ve gerçek bir Devlet Adamı” dediğinizi duyar gibi oluyorum…
Haklısınız…
Ben de öyle düşündüm…
Hatta…
Keşke Başbakan Erdoğan da dış ya da iç politika konularında aynı şekilde konuşsa, konuşabilse diye geçirdim içimden…
Neyse…
Bugünkü konum o değil…
Ey güzel insanlar!..
Zannetmeyin ki sadece Türkiye’de böyle…
Az gelişmiş bütün demokrasilerde aynıdır:
Nasıl mıdır?..
Kısaca özetleyeyim o halde:
Az gelişmiş demokrasilerde siyasetçiler demokrasiyi ve sandığı salt “seçim kazanıp iktidara gelme aracı” olarak görürler…
İktidar ise ülkenin kıt kaynaklarının parti teşkilâtlarıyla paylaşılması için gerekli olan “Makamlar Silsilesi”dir…
Onun için az gelişmiş demokrasilerde kamu bankaları özelleştirilmez…
Gelişmiş demokrasi siyasetçileri seçim sandığını; iktidara gelebilmek amacıyla içinden geçilmesi gereken bir kutsal tünel olarak görürler…
İktidarda olmak istemelerinin sebebi ise ülke halkına hizmet edebilmektir…
Az gelişmiş ülke demokrasilerinde siyasetçi gelecek seçimi düşünür…
Gelişmiş demokrasi siyasetçileri ise yönettikleri ülke halkının geleceğini düşünürler…
Az gelişmiş demokrasilerde siyasetçiler hatiplik ve demagog kimlikleriyle yıldızlaşırlar…
İleri demokrasilerde politikacılar daha çok “devlet adamı” kimlikleriyle tebarüz ederler…
Az gelişmiş demokrasilerde amaç sadece “kazanmaktır”…
Öyle olunca da az gelişmiş demokrasilerin politikacıları doğaları gereği saldırganlaşırlar…
Çatışmayı, uzlaşmaya yeğlerler…
Küfür etmeyi fikir üretmeye;
öfkeyi, tatlı söz söylemeye tercih ederler…
Arena…
Az gelişmiş demokrasilerde seçim sandığı “arena” gibidir…
Gelişmiş demokrasilerde ise seçim sandığı bir “yarış pisti” olarak kabul edilir…
Arenadakiler kan görmeyi severler…
Kaybeden canların bedeni terk edişi sırasındaki çırpınmalarından keyif alırlar…
Çünkü az gelişmiş demokrasilerde “rakip” yok “düşman” vardır…
“Düşman” ise yok edilmelidir…
Gelişmiş demokrasilerin seçim sandığını “Yarış Pisti” olarak kabul eden politikacıları için ise “düşman” yok “rakip” vardır…
O nedenle sadece daha hızlı, daha nazik, daha dayanıklı olanın birinci olduğu ve ilân edildiği bir maraton yarışından keyif alırlar…
Seçim sandığını arenaya çevirenler belki üç değil beş seçim de kazanabilirler üst üste…
Ama…
Sonunda “seyirci/taraftar” diye gördüklerinin birer “kan emici, sürekli kan isteyen aç çakallar” olduğunu görürler…
Makul çoğunluk…
Toplumda sayıları azgın yurttaşlardan çok daha fazla olan ama sesleri çıkmayan “makul çoğunluk” kavga istemiyor…
Çatışmadan nefret ediyor makul çoğunluk…
Gerginlikten bıktı…
Makul çoğunluk kalıcı “huzur” istiyor…
Makul çoğunluk kalıcı “barış” istiyor…
Makul çoğunluk “çocuklarımız ölmesin!” diye haykırıyor…
Makul çoğunluk kan görmek istemiyor…
Makul çoğunluk şehit cenazesi (iki taraf için de geçerli) görmemek için sokak değiştirmeye razı…
İlle de asker çağına gelmiş erkek çocuklarının anne-babaları evlâtlarına doyamadan, onların cansız bedenlerine sarılıp ağlamaktan ruh hastası oldu…
Oysa onlar da artık yavrularını doyasıya kucaklamak, öpmek, okşamak istiyorlar…
Bunun için ise sadece devletle terör örgütünün barışması yetmez…
Sadece terör örgütünün silah bırakması yetmiyor…
TSK da yumruklarını sıkıp terör örgütü militanlarının sınır dışına çıkmalarını sessizce seyretmek zorunda…
O da yetmez…
Siyasetçiler arası “ateşkes” ilânı da şart…
Ancak…
Terör örgütü devletle barışmak için ateşi kesiyor hatta silahını bırakmaya hazır…
Ama…
Siyasetçiler akıl edemiyor karşılıklı ateşi kesmeyi…
Ellerinde yoksa da içi mermi dolu silah;
dillerinden akıtıyorlar bütün zehirlerini, yılanlar gibi…
Nedir siyasetçiler arası “ateşkes”?..
Tartışmak ama kavga etmemek…
Tartışmak ama küfürleşmemek…
Tartışmak ama işi hakarete vardırmamak…
Terör üzerinden siyaset yapmamak…
Yapılacaksa bu siyaseti el ele, gönül gönle ve terörün bitmesi için yapmak…
Bitmiş olan terörü yeniden hortlatmak için değil...
adnanberkokan@gmail.com