ABD 12 Eylülcülere 2 milyar dolar rüşvet vermiş!

Reha Muhtar bugün Atina yıllarından kalan çarpıcı bir gazetecilik anısını paylaşmış okurlarıyla. 12 Eylül darbesinden sonra ABD'nin F-16...

GAZETECİLER.COM
Vatan yazarı Reha Muhtar bugün Atina yıllarından kalan çarpıcı bir gazetecilik anısını paylaşmış okurlarıyla. 12 Eylül darbesinden sonra ABD'nin F-16 uçaklarını Türkiye'ye satabilmek için Türk hava kuvvetlerine 2 milyar dolar rüşvet dağıttığını belgeleyen Muhtar'ın başına gelmeyen kalmamış meğer. Muhtar  meclisteki anayasa reformuyla 12 Eylül darbesini yapanların dokunulmazlığının kaldırılması nedeniyle konuyu tekrar

2 MİLYAR DOLARLIK RÜŞVET HABERİ VE ATİNA’DA BAŞIMA GELENLER...

Dün Meclis’te, 12 Eylül döneminde Milli Güvenlik Kurulu Üyeleri’nin dokunulmazlıklarının kaldırılması kararı çıkınca, yüzümde mahsun ve acı bir gülümseme belirdi...



İki kez “12 Eylül döneminde Hava Kuvvetleri’nde F-16 uçaklarının alımında, tam 2 milyar dolarlık rüşvet iddiaları haberini” yapmaya çalışmıştım, ikisinde de fena halde duvara toslamıştım...

Birinde “başına bela gelecek, dikkat et” türünde bir mesaj göndermişlerdi bana...

Kenan Evren, Adapazarı’nda yaptığı bir mitingde “12 Eylül’e çamur atmaya kalkanlar var” demişti...

Oysa olay, F-16 savaş uçaklarının alımında Amerikalı şirketin eski yöneticisinin verdiği bir demeçti...

O demeçte Veliotis isimli o yönetici, “F-16’ların alımını sağlamak için, dünyada dağıttıkları rüşvetleri” açıklıyordu...

***

Atina’ya yeni gitmiş 26 yaşlarında bir gazeteciydim...

Genel Yayın Yönetmeni rahmetli Çetin Emeç, “Reha senin oradaki kaynakların iyidir...” diye telefonu açmış “Bu ifşaatları yapan şirket yöneticisi Yunan kökenli Amerikalıymış... Şirketten ayrılmış... Atina’daymış... Bunun açıklamalarını bulursan, müthiş bir haber olur... Manşet yaparız...” demişti...

Ne o ne ben haberde kural tanımazdık...

Gerçek şu ki, 12 Eylül’e muhalefet olsun diye yapmıyorduk haberi, haber olduğu için yapıyorduk...

Haberci haber yapardı...

Sonuçları kime yarayacakmış düşünmezdi...

En azından o günlerde bizler öyle düşünürdük...

***

Yardımcım Antonia diye bir İstanbullu Rum kızcağızdı...

“Hadi” dedim Antonia’ya; “Yürü gidiyoruz...”

“Nereye?” diye sordu...

“Ekali’ye” dedim, “Yunan kökenli Amerikalı yöneticinin villası Ekali’deymiş... Villanın önünden resimler çekeceğiz...”

Bir taraftan da, Atina’daki UPI, AP gibi dünya çapındaki Amerikan ajanslarının en tepe gazetecileri ile sürekli temas halindeydim...

Adamın açıklamalarına ulaşmaya çalışıyordum...

Sonunda uluslararası bir Amerikan ajansının Ortadoğu bölgesi şefi, bana müjdeyi verdi:

“Veliotis’le konuştum... İşte açıklamaları...” dedi...

Atina’nın merkezindeki o ajansta, teleks haberlerinin arasında geçen saatleri hatırlıyorum...

Şimdi yüzbinlerce kişinin protesto gösterileri yaptığı ünlü Syntagma meydanına çıkan caddelerden birindeydi...

Yemek yemiştik, o gazeteciyle...

Filmlerdeki gibiydi hayat...

Yunan başkentinde bir Türk gazetecisi arka arkaya Amerikalı gazetecilerle, ünlü restoranlarda uzeri’lerde buluşuyor, yemekler yeniyor, gazeteciler arası haber alışverişleri gerçekleşiyordu...

Watergate skandalını ortaya çıkartan gazeteciler gibi hissediyordum kendimi...

***

Habere, deşifresine ve kasetlere o günlerde ulaştım;

Veliotis isimli şirket yönetcisi;

“Türkiye’de F-16 uçaklarını tercih etmeleri için Hava Kuvvetleri içinde tam 2 milyar dolar rüşvet verdik” diyordu...

Antonia’yla Ekali’deki villanın resimlerini çekerken, korumalar arabanın yanına geldi...

Çok kötü bakıyorlardı bize...

Yunan kökenli Amerikalı “çok konuşmuş ve şimdi vurulmaktan korkuyordu...”

Biz onu vuracak ekibin “keşif” timi olabilirdik...

Gazeteci olduğumuzu ikna etmek, çok zor oldu, bir araba dönüş yolunda uzun süre bizi takip etti...

Sonunda haber ve resimler hazırdı...

İstanbul’a geçtim...

Rahmetli Çetin Emeç böyle anlarda atılan pası hiç kaçırmazdı...

9 sütuna Milliyet’te attığı sürmanşet hala gözümün önündedir:

“2 Milyarı kim yedi” diye soruyordu Milliyet’in manşeti...

Altında siyah içine beyaz dişi klişede bir imza vardı:

“Reha Muhtar Atina’dan bildiriyor...”

***

Ortalık birbirine girdi...

Cumhuriyet gazetesi haberi bulmuş, habere dayanarak manşet üstüne manşet yapıyordu...

Bütün gazeteler olayın üzerine atlamışlardı...

Herkes nasılsa haber çıktı deyip, “benim haberimi dayanak yaparak”, 12 Eylül’ü sorguluyordu...

Hava Kuvvetleri’nde F-16 savaş uçaklarının tercih edilmesi karşılığı Amerikalı şirket hangi, yetkililere 2 milyar dolar gibi bir parayı dağıtmıştı...

Ne yazık ki, alımlar 12 Eylül dönemini kapsıyordu...

Dokunulmazlık vardı ve MGK üyesi olduğundan o dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’ya soramıyorduk...

12 Eylül’ün lideri Kenan Evren Adapazarı’nda bağırıyordu:

“12 Eylül’ü pislemek isteyen hainler var...”

Oysa hain falan değildim...

Sadece gazeteciydim...

Üstelik “haberden başka gözü hiçbir şey görmeyen sapına kadar bir genç gazeteci...”

Özgen Acar Milliyet’in Atina temsilcisiyken, Ankara’ya dönmüş ve gazetenin Ankara büro şefi olmuştu...

Onunla Atina’da halef selef durumundaydık...

Beni aradı ve önce bir yokladı...

- “Nerden aldın bu haberi Reha?..”

Halef selef de olsa, Ankara’daki gazeteci meslektaş da olsa, böyle durumlarda haber kaynağını söylememeyi öğrenmiştim...

- “Aldım işte... Ama kaynaklarım çok iyi ve belgelerim sağlam...”

Kim bilir kimler dinliyordu telefonları...

Özgen Acar’ın sesi sert geliyordu...

- “Dikkat et... İyi şeyler düşünmüyorlar bu haberlerle ilgili...”

Nereye dikkat etmeliydim ki acaba?..

Atina’da haber peşinde koşan gencecik bir gazeteciydim...

Özal Başbakan olmuş, ama 12 Eylül daha son bulmamıştı...

Bütün param bankadaki 1500 dolardı...

Bugünün parasıyla 2500 lira bile değil...

Nasıl dikkat edecektim ki kendime?..

10 yıl sonra 12 Eylül rüşvet dosyası ve Star'dan ayrılışım...

[page_end]

10 yıl sonra 12 Eylül rüşvet dosyası ve Star'dan ayrılışım...

Atina’da bu olayın başıma geldiği yıl 1985’ti... O sırada nereden bilebilirdim ki, aynı rüşvet haberleri ve dosyası tam 10 yıl sonra beni yeniden bulacak ve o sırada program yapmakta olduğum STAR televizyonundan ayrılmak zorunda bırakacaktı...

TRT’de 3.5 yıl boyunca arka arkaya olay yaratan programlardan sonra, STAR televizyonunun o günlerdeki sahibi Cem Uzan o sırada genel müdür olan rahmetli Cem Şaşmaz’a talimat vermişti:

- “Bu adamı ne yap et Star’a transfer et...”

Neyse... Uzun görüşmeler sonunda Star televizyonuna transfer oldum, programlara başladım...

***

Dört programı yapmış, beyinciyi hazırlıyordum...

Star’da program yapmaya başlayalı daha bir ay olmuştu...

Artık 12 Eylül’ün üzerinden 15 yıl geçmişti, ama dokunulmazlıklar devam ediyordu...

Sanıyorum DYP milletvekillerinden birileri, o hafta yine 12 Eylül döneminde bu F-16 savaş uçaklarının alımı sırasındaki rüşvet iddialarını gündeme getirdi...

Ben de TRT’den özel televizyona geçmişim...

TRT’de bu kadar olay yaratmışım, sanıyorum ki “özel televizyonda acayip özgür yayın yapacağım...”

***

Bu sefer antrenmanlıyım, rüşvet iddialarını dosya haline getirirken, dönemin tanıklarına da başvurmayı doğru buldum...

Atina’dan Türkiye’ye döneli epey olmuş, bu süre zarfında Marmaris’te Kenan Evren’le birkaç kez görüşmüş ve röportaj yapmıştım...

“2 milyar dolarlık rüşvet iddialarını” içeren belgeleri ve dosyayı hazırlarken, Kenan Evren’i de arayıp, bütün iddiaları sormuş ve geniş cevaplar almıştım...

Uzun bir telefon konuşmasıydı ve Kenan Evren bu iddiaların Hava Kuvvetleri çevrelerinin üzerinde o dönemde yoğunlaştığını kabul ediyor, araştırma yaptırdığını söylüyordu...

12 Eylül dönemindeki F-16 rüşvet iddialarıyla ilgili, içinde Kenan Evren’in de konuşmalarının bulunduğu 20 dakikalık bir bant hazırladım...

Promoları dönmeye başladım...

Öncek sık sık dönen promolar, bir anda yayından kesildi...

Yayın Müdürü Dündar kardeşim dostumdu “Ne oldu niye bizim promolor dönmüyor” diye aradım...

- “Yukarıdan gelen talimatla kestiler” dedi, “Hemen bir Şaşmaz’la konuş...”

Şaşmaz’la konuşuyorum, Özcan Ertuna’nın istemediğini söylüyor...

Ertuna’nın odasına gittik, orada kaseti izlettirdim, anlatıyorum ki, iddialara cevap olsun diye Kenan Evren’le bile özel görüşme yapmışım...

***

Sanki ikna etmişim gibi Özcan Ertuna’nın odasından çıktım, uzun koridorlardan geçip Star’daki program odama geldim...

Ekip gözümün içine bakıyor ‘Ne yapacağız’ diye...

Bir süre sonra yine telefon geldi, “Programdan o bandı çıkartın” dediler...

“Tanıtım girmişiz bu saatten sonra kaseti yayından çıkartırsak, gazeteciliğimizi bitiririz...” dedim, dinleyen yoktu...

Zavallı ben...

Hala gazeteciliğin “habercilik namusu yok olursa” bittiğini sanıyordum o zamanlar...

Daha sonra yaşayacaklarımı henüz görmemiştim...

Toydum hala...

Avukatım Lalehan Eymürlüoğlu’na ve benle çalışan editörüm Lütfiye Pekcan’a akşamın o saatinde noter bulmalarını söyledim...

Saat 17.30’a geliyordu ve fellik fellik noter arıyorduk...

Noter gelecek “Bu şartlar altında Reha Muhtar özgür yayıncılık yapamadığı için Star’la sözleşmesini tek taraflı feshediyor” diyecektik...

Yazılı tebligatı verecektik...

Zor bela noter bulundu tebligat hazırlandı, ama verilecek merci bulunamadı...

Özcan Ertuna ve yetkililer toz olmuştu...

12 Eylül bir kez daha “kendisine dokunulamayacağını” bana göstermişti...

Pılımı pırtımı topladım televizyondan ayrıldım...

TEM yolunda televizyondan ayrılmış bir gazeteci olarak gece vakti eve dönerken, içimden “Yine dikkat etmedin Reha Muhtar...” diyordum;

“12 Eylül’ün rüşvet iddiasına bile dokunulamayacağını hala öğrenemedin...”

Dün Meclis 12 Eylül’ün üzerindeki dokunulmazlığı kaldırmış...

30 yıl geçti 12 Eylül’ün de benim de gazeteciliğe başlamamın üzerinden...

Acı ve mahsun bir gülümseme var üzerimde...

Ben en iyisi uçağa binip Girne’ye gideyim...

Orada Akdeniz’in dalgalarında kendimle başbaşa kalayım...

Kim bilir belki de Akdeniz bana aradığım huzuru verecektir!..

12 Eylül’ün gazetecilikteki etkisini üzerimden silecektir!..