Türkiye'de vasatın hakimiyet alanını giderek
genişlettiği medya dünyasında "kaliteli" medya tartışmalarına
hasret kalmıştık.
Şu an Türkiye'deki medya düzeni için son derece faydalı iki ana
konu üzerinden bir medya tartışması sürüyor. Ve Allah'ın
işine bakın ki bir medya sitesi olarak bu tartışmaları size
aktaramıyoruz.
Kim ne yazdı, kim kime ne dedi, kim ortaya yeni bir fikir koydu?
Bunların hiçbirini, içeriği sadece "medya" olan bu
sitede göremiyorsunuz.
Neden mi?
İşte bu sorunun cevabı tam da bu tartışma konularından birisine tekabül ediyor.
Efendim, madem içerikleri paylaşamıyoruz, kendi adıma kısaca mevzuyu bir derleyip toparlamak istedim.
Zira medyamız açısından gündemde olan bu iki konuyu çok
önemsiyor ve gündeme getirilip, köşe yazarlarının bu konular
üzerine kalem oynatmalarını, bir nevi içinde bulunduğumuz medya
düzenini açıktan sorgulamalarını çok kıymetli buluyorum.
Bir medya sitesi yazarı olarak da bunu kendime dert ettim. (Evet,
başka derdim kalmadı!)
Şimdi gelelim konulara...
İlki Demirören ve Turkuvaz Medya Grubu'nun aldığı 12 Kasım
kararları ve Demirören Medya Grubu CEO'su Mehmet Soysal'ın
yazılarıyla başlattığı "n'olcak bu geleneksel medyanın kan
kaybı" temalı tartışmalar.
Geleneksel medyanın içinde bulunduğu krizle ilgili tartışmayı
Mehmet Soysal başlatmış gibi görünse de, Soysal'dan önce biri daha
vardı.
Kendisine "Türk medya tarihi uzmanıyım" diyen Cem
Küçük, "geleneksel medyanın bitişi"ni çoktaan
ilan etmişti bile. Hatta Cem Küçük "artık medyada
gazeteci falan kalmadı" dediğinde Nagehan Alçı da ona
"bunda senin de payın yok mu?" diyerek cevap
vermişti.
O tartışma çok büyümedi ama Mehmet Soysal'ın yazılarının ardından
Cem Küçük geçenlerde "bu çürümüş medya sistemini yıkan en
önemli aktörüm" dedi. Valla medyanın içinde bulunduğu bu
durumun en önemli aktörlerinden birisi olarak ne kadar övünse
az!
"İyi yıkıldı da yerine daha iyi bir medya düzeni, daha sağlam gazeteciler mi geldi?" diye sormayın. Çünkü Cem Küçük sadece yıkım kısmıyla ilgili. Ve her sağlam yıkımcı gibi "Medya sistemi çöktü, yerine de bi şey koyamadık ama olsun, yıkıldı ya" diyor.
İkinci konu ise Habertürk'ten Sevilay Yılman'ın,
Hürriyet yazarı Ayşe Arman'ın paralı röportaj yaptığını
iddia ederek gündeme getirdiği ve medya dünyasında baya ses getiren
"reklam ya da para karşılığı yapılan
röportajların" medya etiği açısından
tartışılması.
Önce Hürriyet, sonra Ayşe Arman, Sevilay
Yılman'a sert cevaplar verdi. Tabi iş dallanıp
budaklanınca para karşılığı röportaj işini bir grup gazeteciye
söyleyen Vahap Munyar, adının açıklanmasıyla ortada kaldı. İşin
para kısmı ayrıca tartışma konusu olurken, Mehmet Soysal,
Ayşe Arman'a sahip çıkmayı seçti. Fakat okurun haberi ya
da röportajı aslında bir "reklam" yapıldığını
bilmeden okuması okuru aldatmaktır.
Tartışmaya Sabah gazetesinden Hıncal Uluç da
birkaç yazısıyla katıldı ama siz bunları da
Gazeteciler.com'da göremediniz. Çünkü Sabah
yazarlarının yazılarını da Hürriyet yazarlarının yazıları gibi
kullanmamız, alıntı yapmamız yasak. Eğer tartışmayı kaçırdıysanız
tek tek girip bakmanız gerekecek, kim ne yazmış.
FATURA OKURA KESİLDİ
12 Kasım'da Türkiye'de ana akım medyanın büyük bir çoğunluğunu
elinde bulunduran Demirören ve Turkuvaz Medya
Grupları bir dizi karar aldı. Bundan sonra medya grupları
içerisinde yer alan yazarların yazılarının ve özel içeriklerinin
başka herhangi bir yerde kullanılmasını istemediklerini ve
kullananlar hakkında yasal takibe başvuracaklarını duyurdular.
Yine kendi yazarlarının yazılarını saat 8'den önce kendi dijital
ortamlarında da yayınlamayacaklardı. Yani hangi yazar ne yazmış
öğrenmek isteyenler sabahın erken saatlerinde gazeteyi almak
zorunda kalacak, ya da 8'den sonra kendi haber sitesinden okumak
durumunda kalacaktı. Böylece düşen gazete tirajları da
hooop birden yükselecekti!
Aslına bakarsanız bununla fatura okura kesilmiş, okurun işine giderken cep telefonundan köşe yazarlarını okuma rahatlığı ya da bütün yazarlara bir siteden ulaşma kolaylığı elinden alınmış oldu. Şimdi okur hangi yazarı okumak istiyorsa tek tek yazdıkları gazetelerin internet sitelerine girip bakmak zorunda. Bugünün şartların hangi okur bunun için ne kadar zaman ayıracak? Bekleyip göreceğiz!
Demirören Medya Grubu CEO'su Mehmet Soysal, bu
kararların ardından Milliyet'teki köşesinden bir dizi yazı yazdı.
Geleneksel medyanın bir krize girdiğini, içeriklerin çok maliyetli
olduğunu ama bunun karşılığını bir türlü alamadıklarını, tirajların
düştüğünü ve bunun böyle gitmeyeceğini belirtti.
Bunun böyle gitmeyeceği aşikar.
OKUR GAZETEYİ NİYE
ALSIN?
Fakat Mehmet Soysal'ın "Günde 15 lira verip sigara alan, 5
liraya bir bardak çay içen okuyucu 1 lira verip gazete okumuyorsa
ortada büyük bir sorun var demektir" sözlerindeki
haklılığı yanında önerdiği çözüm önerilerine bakınca o sorunun ne
olduğununun pek de kavranamamış olduğunu görüyoruz.
"Okur 1 lira verip gazete almıyor" tespiti
"Niye alsın?" sorusunu da beraberinde getiriyor.
Çözüm işte bu soruda gizli.
Gözden kaçansa; insanların sürekli farklılıklar aradığı,
dikkatlerin hızla yeni olana kaydığı ve dijitalleşmenin hayatımızın
her alanını sardığı bir çağda "o zaman içeriklerimiz sadece
gazetemizde kalsın, böylece daha çok kitleye ulaşırız"
demek "Niye alsın?" sorusunun cevabı değil.
Habertürk ve Vatan gazetelerinin kapatılmasının
ardından bunun diğer bazı gazetelerin de kaderi olacağını kestirmek
için kahin olmaya gerek yok.
Dünyada dijital bir devrim yaşanırken, geleneksel medyayı dijitale
entegre etmek yerine ısrarla gazeteleri okutma çabasını anlıyorum.
Her yenilik kendinden önce geleni sarsar, geleneksel olanın
ilk tepkisi de bu durumda direnç göstermektir. Ama
bunun faturasının sadece okura ve internet medyasına kesilmesi
doğru değil.
DİJİTALE KARŞI İÇE
KAPANMA
Her geçen gün reklam pastasındaki payı hızla büyüyen dijital
reklamları alternatif olarak görmek yerine "ille de tirajım
tirajım" diyerek basılı gazetelere reklam almanın
derdindeler.
Ne diyelim ki...
Dijitalin zaferini savaşmadan kabullenmek istememek de bir
seçenek. Saygı duyuyoruz. Yalnız savaş yöntemleri üzerine
biraz daha geliştirmeleri gerekiyor kendilerini.
Fazlasıyla orantısız bir durum söz konusuyken, zaten okunmayan
yazarlarını, vasatlaşmış içeriklerini, internet medyasından da
saklayıp daha da görünmez yapmaya çalışmak mağara devrinden kalma
silahlarla bugünün teknolojisine meydan okumaya çalışmak gibi.
Bugün onlarca gazete aynı başlıkla çıkıyorsa, gazetecilik algısı "demeç gazeteciliğine" dönmüşse ve farklı olan ısrarla görmezden geliniyorsa; "aynı olanın" sadece kendilerinde kalmasını istemeleri okur için büyük bir kayıp değil.
Yok yere efor sarfediyorlar ve bunu yaparken daha da içe
kapandıklarının farkında değiller. Hem de 2019 yerel
seçimlerine giderken...
Medya bir propaganda alanı olarak algı yönetiminde
kullanılmak üzere daha geniş kitlelere ulaşmanın bir aracı
olmayacaksa iktidar için ne işe yarar ki?