Geçenlerde Hilal Kaplan "Başörtülü ablalardan türbanlı
fenomenlere" diye bir yazı yazdı.
Yazısında bir tesettür markasına poz veren "türbanlı bir fenomen"i eleştirerek, örtünme biçiminden, makyajından, saçının göründüğünden bahsetti. Tesettür giyiminde örnek gösterilenlerin toplumsal sorumluluk bilinciyle böyle olmaması gerektiğini söyledi. Sonra da geçmişte verilen başörtüsü mücadelesine atıf yaparak endişelerini paylaştı.
Yazıyı okuduğumda "acaba hangisi?" diye merak ettim. Çünkü bu tarzda o kadar çok fenomen var ki.
Ardından Ahmet Hakan, bu "falling star" akımına katılıp lüks otomobillerden yere kapaklanmış pozu veren başörtülü kızlara çattı. Necip Fazıl'ın "Gençliğe Hitabesi"ne atıf yaparak şöyle dedi: "yaşasaydı size "Louis Vuitton Müslümanlarısınız derdi"
İkisi farklı konular gibi dursa da temelde aynı.
Başörtülü genç kızlardan beklenen kalıp bir giyim tarzı ve davranış şekli var.
Bu kişinin dini ve örfi hassasiyetlerine göre değişiklik gösterebiliyor. Kimi yolda gülmesini doğru bulmazken, kimi cafelerde erkeklerle oturmasını doğru bulmuyor, kimi dış kıyafet giymeden (pardesü, trenckot vs) dışarı çıkmasını doğru bulmazken, kimi şalının önünden saçını göstermesini doğru bulmayabiliyor.
Bu çok anlaşılabilir bir durum.
Fakat bizim anlamadığımız ya da işimize gelmeyen şey şu;
Instagram'da ya da sosyal medyada kıyasıya eleştirip,
yerden yere vurduğumuz bu gençler bir sebep değil sonuç.
DEĞİŞEN SOSYOLOJİNİN FARKINDA
MISINIZ?
Bir kere sosyal medyada görüp de "Şu gençlere bak ne
haldeler, böyle mi olacaktı" falan diye
"ahh" ettiğimiz bu konuların, onların nezdinde ne
dinle ne ideolojiyle alakası yok.
Siz ne derseniz deyin yaptıkları şeylere din ya da
ideolojik bir perspektifle bakmadıkları için sözlerinizin
muhatabınızda bir karşılığı da yok. Öncelikle bunu kabul
etmemiz gerekiyor.
Mesele çok daha geniş bir sosyolojik değişimi
içeriyor. Ve bunun da en büyük tetikleyicisi "dijital
devrim"le birlikte yaşadığımız dönüşüm.
Bunun için de yargılamak, ötekileştirmek ya da burun kıvırmak
yerine anlamaya çalışmak gerekiyor. Zaten eleştirdiğimiz
kadar "neden böyle?" sorusunun cevabını arasak bugün çok başka
şeyler konuşuyor olabilirdik.
Dün Kemal Öztürk de yazdı; özellikle gençlere akseden büyük bir sosyolojik değişimin içinden geçiyoruz.
Bu değişimin en bariz yansımalarını da muhafazakar gençler
üzerinde görüyoruz. Çünkü onlar alışılmış muhafazakar
kalıplarımızın dışında hareket ediyor, giyiniyor, düşünüyor, hatta
inanıyorlar.
Teknolojinin ve dijital iletişimin nimetlerinden sonuna kadar
faydalanıyor, dünyayı ve yeni trendleri sıkı takip ediyorlar.
Etkiye açık, etkilemeye meraklılar. Dini algılayış biçimleri,
adalet anlayışları, iyi ve kötü ayrımları, zihin dünyaları
bambaşka.
YENİ NESİLİ SUÇLAMADAN ÖNCE BİZE BİR
AYNA LAZIM
"Ama yok, ben ille de dini hassasiyetler ve ideoloji penceresinden bakacağım" diyorsanız eğer, kusura bakmayın ama en son suçlanacak insanlar bu gençler.
Değişen sadece başörtüsü örtme biçimi ya da giyim tarzı
mı? Ya da bir akıma kapılarak sosyal medyadan yayınladıkları
videolar onları ne kadar kötü yapar?
Daha ahlaki, daha ilkesel, daha imani ve vicdani birçok değeri
kaybetmişken başörtüsü örtme biçimindeki bu değişim ya da popüler
kültüre ayak uydurma halleri en fazla, son kertedeki
"sembolizm"dir! Ki başörtüsü olması gerekeni değil
olanı temsil eder. Yani başını örten kadının müslüman
olduğunu gösterir, muhteşem bir mümin olduğunu değil. Bunu
niyeyse bir türlü böyle kabul edemedik.
Geçmişte mücadelesi verilen neye sahip çıkabildi ki muhafazakar camia, şimdi gençlere bakıp "nedir bu haliniz?" diyor.
Abileri ihale peşinde koşmaktan, ablaları "bugün nereye gitsem, ne giysem" diye düşünmekten gençlere nasıl bir rol model olduklarının farkına varabildiler mi acaba?
Kul hakkı yememeyi, haksızlığa karşı direnmeyi, kötülüğe karşı
gelmeyi, güçsüzün yanında olmayı, makam ve mevkiye tamah etmemeyi
bir manifesto gibi yaşadılar da bu gençler mi örnek almadı?
Nasıl bir ideal verebildik ki bu gençlere karşılığını
bekliyoruz?
Yazık ki kutsal gördüğümüz her şeyin içi hızla boşaltıldı. "Dava" diye çıkılan bir yolda "davaya" uymayan ne varsa yapıldı.
Cemaatlere, tarikatlara güven kalmadı. Özellikle muhafazakar camiada insanlar dinden, "dindarlık"tan soğudu.
Büyüklerin siyasetle yatıp siyasetle kalktığı bir dünyada, mana
alemlerini dolduramadığımız gençlere maddi imkanları sonuna kadar
serip, sonra da değer yargılarımıza göre davranmalarını
bekliyoruz.
Afedersiniz de hangi değer yargısı?
Yargılarımızla değer verdiklerimiz birbirinden o kadar farklı ki;
bu gençler bunu görmüyor mu sanıyorsunuz?
Ne diyeceksiniz; "dediğimi yap, yaptığımı yapma
mı?"
Geçiniz...
Özetle içinden geçtiğimiz sosyolojik değişimin şerhini düşmeden,
"yeni nesil neyle muhatap oluyor, hayatı algılaması,
kavrayışı nasıl?" bunları anlamadan Necip Fazıl'la
parmak sallamak, 28 Şubat mücadelesine göndermeler yapmak, "tü
kaka" demek falan işin en kolay kısmı bana sorarsanız.
Üstelik popülist de...
Bunları söylediğinizde sizi alkışlayan büyük bir çoğunluk
bulabilirsiniz. Fakat bu "günahın" keçisi gençler değil,
üzgünüm.
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice
Kübra